12 Mayıs 2012 Cumartesi

Felicita e tenersi per mano andare lontano*

bir şehri ilk kez görmek güneşten gözün kamaşması, vücudun sersemlemesi gibi.
ama bir şehri 2. kez görmek tadından yenmez birşey benim için.
Paris'te farketmiştim.
Roma'da sindirdim...
Bundan 7 yıl önce Melekler Köprüsünden yürüdüğümde anın fotoğrafını aklıma yerleştirmek için resmen beynimi bir kamera gibi kullanıyordum.
yorgundum yürümekten halsizdim ama o kadar büyüleyiciydi ki içime biryerlere hapsolsun istiyordum.
ve şimdi yeniden Roma'ya gidince yeniden Melekler Köprüsüne çıkınca içimde kocaman bir orkestra çalmaya başladı.

Şefi bendim tabii ki...
Meleklerin şefi...
Herşey ne kadar yerli yerinde beni beklemişti ...Mutluluk'un bir tanımını daha edindim böylelikle.
Mutluluk , OLMASINI HAYAL ETTİĞİN KARENİN TAM DA HAYAL ETTİĞİN GİBİ OLMASIDIR...
Roma'dan kendim için bir gözlük, bir çanta, bir saat, bir duvar saati  ve Piazza Navona'dan aldığım 2 yağlı boya resimle döndüm...
Diğerleri her zaman ki gibi hediye...
O resimler de beni çok mutlu edecek..
Mutluluk, yaşadığın güzel bir anı bir hareket ettirici sayesinde tekrar tekrar deneyimlemektir.
En çok neyi anladım peki ?
Paris'in an an beni korkutan yerleri oluyor ama Roma'dan korkmuyorum.
Korkmadığım için güvende hissediyorum...
Bade bugüne kadar hayatında en çok nereden korktun sorusunun cevabını da bu tatilde aldım aklıma gelmişken .

Napoli'den çok korktum...


Hem bitlenmekten..... hem dönememekten...

En çok neyi hissettim ?
anne - baba şapkamız düşünce bizim için mutluluk ; *,el ele tutuşarak uzun süre yürümektir..
Yine görüşelim Roma :)

bana kasa kasa vino della casa lütfen !!!!

zaman sadece birazcık zaman....

anne fütten kapat anne...
elime i phone ve laptop'u aldığımda ne yapıyor olursa olsun Kaanimo'nun tepkisi bu...
ben de bazen o'na oyalanacak birşey veriyorum ve kabul etmiyorum .
ama genel olarak saçma geliyor.
o'nun her anını içime çekmek hala dünyanın en güzel şeyi.
artık bir bebeğe sahip değilim ama bu tatlı, komik, her anı sürprizlere gebe 3 yaş da çabuk geçecek...
bunu olabildiğince içime çekmek istiyorum.
ben anneliği seviyorum...
anneliği çok önemsemesem harika bir deneyim yaşıyorum.
gelin görün ki gereğinden çok önemsiyorum ve zaman zaman kendime hayatı zehir de edebiliyorum.
mesela Roma'daki son gün bana o kadar gereksiz geldi ki..
bana geldi...
Kaan'ın mutlu olduğunu biliyordum ben özlemimden o koca şehre sığmadım.
bazen bir alerji bazen de bir saman nezlesi biri beni dövmüş gibi yaşamama sebep olabiliyor.
bunu yapan bu algıya sahip olan ve ne yazık ki algılarımı kısmen de o'na geçiren benim...
o yüzden aklıma binlerce konu geliyor ama atlıyorum , yazmıyorum...
o fütten deyince hooop kapağı genelde kapatıyorum.
yazdıklarımı % 85 okuyamıyorum...
iş, eş, arkadaş , evlat kimlikleri ile hala annelik kimliğimden zaman çalıyor gibi hissetmem henüz geçmedi ama iyi haber hafifledi.
bundan sebep Cosmopolitan'a yazamadım...
uzundur kendimi başarılı hissettiğim tek sahne idi Özlem Hnm'dan mail aldığım an ama konsantre olup yapamadım...
ama bir gün olacak biliyorum....
onun da vakti gelecek...
kendime inanıyorum:)

11 Mayıs 2012 Cuma

HAYAAAT SENİİİİ NEDENNNN YORUYORUMMMM :))

offf şöyle tam da bahar zamanı , bi üç gün Bodrum'a kaçsak diye başlar cümleler...15 nisandan sonra. Ulaşılması zor hedefler hep cazibelidir . Oysa ki 3 gün Bodrum'a kaçmak için 1 gün en az yıllık izin kullanmak gerekir. Bodrum olunca Kaş olunca Çıralı olunca o yıllık izinden giden 1 günü hakeder ama İstanbul etmez , hadi etse de 1 işler birleştirilir yine de yoldan trafikten birşey anlaşılmaz.
İşte bugünlerde beynim yine bir başka çalışıyor. Ne zaman yurt dışına çıksam gelsem şu havaalanı 2 şer saat muhabbeti ile toplamda yolda harcanan zamana kafayı taksam 3 ay bende yola çıkmamak minimum zamanı yolda geçirmek ayarı geliyor.
Bu pazarın aynı 14 şubatlar gibi iğrenç olacağını biliyorum. Biliyorum çünkü 18 yaşımdan beri annemle organizasyon yapıyorum. Bundan sebep bu cuma annemle yakın çevrede değişik ve huzur verici neler yapabilirizi gündemime almıştım.
5 yıl Emirgan'da oturduğumuz için o lale zamanı Emirgan Korusuna bayılıyor ama ben fark ettim ki bunun için de pazartesi daha uygun bir gün. Bahar ayı okullar o alanı piknik alanı olarak değerlendiriyorlar yine tadı kalmıyor. Güzel mekanlar insan çoğalınca bir tuhaf gölgeleniyor. Dolayısı ile bu seçeneği eledim ama mayıs geçmeden aklımda.
Büyük Ada Aya Nikola Otelin'de kahvaltı vardı yine aklımda. Ama cuma sabahı hava yağdı yağacak gibi olduğundan araya da deniz yolu girince Kaan'la cesaret edemedim. Bu da haziran ayında bir hafta içi gün aklımda.
O olmaz bu olmaz derken Gaye , Poyrazköy'den bahsetti. İş bu ya şu İstanbul'da gerçekten gitmediğim toplasanız 4-5 destinasyonu aşmaz burası da öyle , çıktım yola internete de bakmadım ve Gayeyi ararım dedim cebi kapalı.
Beykoz, riva derken , anadolu feneri ve seracı amcaların tarifi ile TAŞLIHAN ve Poyraz Köy Limanını buldum. Annem , ben ve Kaan dışında ortalıkta kimse yoktu. Bulutla gölgeli güneş, terk edilmiş ve kumu neşe veren plaj , bomboş bir çocuk parkı, tekneler ve İstanbul'un ucundayım... Teşbih değil İstanbul'un ucundaydık...Gemiler resim gibiydi, tekneler oyuncak...
TAŞLIHAN'da sigara böreği ve çay keyfi yaptık. Heryer o kadar boş ki evet araba kullanırken ara ara tırsmadım desem yalan olur ama o kadar değdi ki. TAŞLIHAN'dan içimize çektiğimiz orman ardı deniz manzarası tam göğsüme mentollu sprey sıkmışım gibi ferah bir yer açtı.
Ataşehir'den yola çıkınca 40 dakika sonra denizin kenarında bir köy var işte gerçek köy.
Ne düşündüm ? Hani aman da ben bahçeli ev doğal hayat peşindeyim narına trilyonlar vererek sitelerde çocuk büyütüyoruz bu da bizim en büyük yalanımız.
Çünkü orada  yanında derme çatma kümesi olan gerçek köy evleri var.. Gerçek bir doğa gerçekten 40 dakika sonra var. Kalamış Marina değil çekek yeri var.
Çekmeköy konseptli peyzajı yapılmış sitelerin bahçeleri mi gerçekten doğal olan.
Ya da bizim doğalımız buysa kendimizi kandırmayalım ben doğayı seviyorum diye.
Dedim ya bırak starrbucks'ı heryer kapalı bakkal dışında. Sanırım balıkçı bile hsonu açılıyor ya da belki akşam üstü.
Geze geze Anadolu Kavağında Deniz Çupramızı yedik. Sanırım 300 kişilik farklı diller konuşan bir turist kafilesi vardı ve bizden kimse yine yoktu :(
İstanbul doyulmaz bir yer...
Doyasıya yaşamak gerek...
Kaçmak, mekanlara ve zamanlara suç atmak bizim kolay kaçışımız...
Neyi sevdiğimize karşın sahip olamadığımız zavallı farkındalığımız...
Standartlaştırdığımız beyin kalıplarımız...
O kalıpları kırmak o kadar küçük devrimlerle büyük refahları sağlıyor ki...
Nefes alınası zamanlar yaratabilmek için kendime beynimde yol açabilme gücü diliyorum başka da birşey değil...
He bu arada benzin harcaması dışında dün herşey 3 kişi için toplam 120 tl'ye mal oldu. ( doyasıya balık ve börülce, taptaze sıcacık börek peynir çay keyfi dahil....)

5 Mayıs 2012 Cumartesi

MÖSYÖ BUTTERFLY....

Yıllarca ben en çok o'nu severim dediğimde; ya bir hatırlatsana nasıl bir tipi vardı derdi arkadaşlarım ta ki Doktorlar dizisinde oynayıncaya kadar...
ilk tanıştığımamız Mösyö Butterfly ile olmuştu. nasıl bir ses tonuydu o , nasıl bir konuşmaydı, Dünyanın en uzun bacaklı adamı mıydı sahneden mi öyle geliyordu...
platonik aşk bu şekilde başladı. alkışlayamacak kadar nutkum tutulmuştu.
kulise gidemeyecek kadar büyük sarsıntılı bir hayranlık yaşıyordum.
ben ilkokul son ya da ortaokulun ilk yıllarındaydım o da o sıralarda 40'lı yaşlarının başlarındaydı.
12 yaşındaydım ve aklım fikrim Harbiye Muhsin Ertuğrul'un oyuncu kapısından girip ona bakmaktaydı...
Vanya Dayı'yı ben Çehov'un hatrına değil o'nu görme merakı ile izlemiştim. O yıllarda Nurseli İdiz su gibi güzeldi ve çok gençti , Tilbe ise daha Rüstem Batum ile evliydi.
Vanya Dayı'yı Cihan Ünal'la oynadılar ben hep o'nu kitlenerek izledim.
Lise yıllıklarımda hep bir yerde karşılaştığımızı hayatımda ne kadar büyük bir yeri olduğunu itiraf ettiğim hayal sahneler doluydu.
Yıllarca seslendirme yaptığı tüm reklam filmlerinin sesini açarak dinledim, kulak kesildim.
Sırf onun dublajı olduğu için takip ettiğim pembe diziler oldu , o'nu dublaj odasında hayal ettim.
Cüneyt Türel'in özel yaşamı hakkında asla bilgi edinmek diğerleri gibi kolay değildi.
Şehir Tiyatrolarının oyunlarında bulamamaya başlamak ve Aksanat'ın açılışı, Tilbe'nin soyadından Batum'un gidip ilk soyadı Saran'ın kalışı, benim üniversite yıllarıma denk gelir.
Abelard ve Heloisse'i izlerken adının ne olduğunu bilemedim ama çok özel birşey yaşadıklarını hissettim.
Oyun İki Filozof'un aşkını anlatır. Bir araya gelemezler ve mektuplarla yaşarlar neredeyse. Aksanat'ın sahnesi küçüktür.Tilbe'nin de Cüneyt Türel'in oyunculukları büyüktür. Ama Selam vermeye çıktıklarında oradan bana başka bir şey esmişti.
Öyle böyle değil çok büyük hayranıydım.
Ne yapsa hoşuma gidiyordu.
Birileri Cüneyt Hoca terstir gibi birşey söylese ne kadar güzel ters de olması diye düşünürdüm.
Hiçbir TV izleyicisi onun ne büyük ve ne serin oynadığını bilemez.
Ben her TV dizisi projesini kabul ettiğinde içimde kesin paraya ihtiyacı var hiç onun harcı değil bu işler diye düşündüm.
Bu platonik aşkta herşey benim kurgumdu. Onun yine insanlarla ilişkilerinde naif ve saygılı duruşunun hak ettiği yerde durmasını sağlayacak hırçınlığı olmamasını da yazdım kafamdaki senaryonun alt yapısına.
Tiyatro öyle birşey ki hadi özledikçe dönüp dönüp o'nu izleme şansım yok.
Palavra'nın eski kaydını dinleyip oradaki genç sesin asla yaşlanmadığını düşünmekten başka hasretimi gidereceğim ne var ?
bir de şiir okumalarını dinlemek...
http://www.cuneytturel.com/siirler
Çok güzel konuşmalar yapmışlar ardından.
70 senin gibi dimdik duran bir adam için çok erken geldi bana.
Ama sen ne ara 70 oldun.
Kelebekler hep çabuk gider sen de benim için öyle oldun...
gitmeseydin...
Işık gibiydin, ışık ol ....