22 Haziran 2011 Çarşamba

Evliliğimiz Yolunda mı? - Peki yol derken ????

Ben evlendiğimde benim jenerasyonuma göre biraz erkendi. 23 yaşındaydım. Hatırlıyorum, pek bir tezahurrat almıştım. Şimdiki kafamla bakınca tutarsız yorumlar, yoldan çevirmeye çalışanlar....Etkilenmiyor değildik ama çok seviyorduk...
Evlenirken eşimle 5 yıldır çıkıyorduk, 5 yılda siz tükenmişsinizdir zaten niye evleniyorsunuz diyenler, ben 23 , eşim 29 olduğu için çok değişeceksiniz daha birbirinizden sıkılırsınız diyenler, ya daha içecektik diyen kız arkadaşlar, bana ömür törpüsünden yola çıkarak törpü ünvanını layık gören eşimin erkek arkadaşları...İnsan bu işte şekilde sürekli kendini check ediyor. Sanıyosunuz ki; karşı taraf iyice ölçmüş, biçmiş, tartmış, yaşamış yani bir bildiği var da size akıl veriyor. Sonra Nikah Günü bizi hayranlıkla izleyen bir salon ve bolca bize bakıp aşkımız yüzünden duygulanan insanları gördük. O an ya demiştim biz bu insanları dinleyip kendimizden vazgçseydik...
Sonrasında biz evliyken bekar olan arkadaşlarımızın sürekli değişik sorularına mazur kaldık. Niye hep birlikte çıkıyorsunuz? Tek çıkmayı özlemiyor musunuz? İnsan tek eşli olabilir mi? Hala ilk gün ki gibi seviyor musunuz? Çocuk olsun siz asıl o zaman görün...Çocuktan önceki evlilik, evlilik değil...
Tam 7 yıl sonra bebeğimiz oldu. Şimdi sakin kafayla düşünüyorum. Biz tam 12 yıl birbirimizi yesek te hiç sıkılmamıştık. 7. yılımızda eşimin de benim de canımız çok çekmişti, ( ben biraz daha tırsan taraftım sonrasında bu tırsma konusunda haklı da çıktım gerçi...) ve bebeğimiz oldu.
Unutmadan bir de 7. yıl en tehlikeli yıl efsanesi var. İşte o en tehlikeli yılda biz bebek sahibi olduk. Eski bir müdürüm 7. evlilik yıl dönümünü kutlarken biz bu yılı da atlattık artık bize birşey olmaz demişti. O kadar inanmıştım ki; 10. yılda boşandıklarında onlardan çok ben şaşırmıştım.
Saklanacak yanı yok annemin deyimi ile paralel hayatlar yaşayan bir çift olarak birlikte bir insanın bir bebeğin sorumluluğunu taşımakta zorlandık, zorlanıyoruz. Öğretilebilen, tahmin edilebilen birşey değil. Eşiniz ev işlerinde çok destekse harika bir baba olacak diye bir kaide yok. Sorumluluğu taşıma duygusu yüksekse bunda da her işe atlayacak diye bir şey yok. Done yok...
Bu zorlanmayı dışarıdan hissedenlerin yorumu, işte ÇOCUK evliliği bitiriyor. Evlilikler niye bitiyor sanıyorsunuz işte böyle...Ah hep kadın çekiyor. Erkeğe ağır geliyor...vs vs vs...
Aslında sadece bir öğrenme süreci...Ve ikimiz farklı öğreniyoruz...
Yarın evliliğim 9. yılına giriyor. İki ara bir dere saçımı yaptırmak, güzel bir yerde yemek yemek, eşimin yarın için işlerini erken bitirmek gibi planları var...
Ben şunu öğrendim kimsenin cümleleri kimsenin hayatını kapsamıyor. Her hamilelik, her evlilik farklı yaşanıyor. Ortak düzlemde buluşup benzerlikler üzerinden konuşma, sevinme, dertleşme eğilimimiz var , insanız ...sosyaliz.Ama her insan farklı...Son zamanlarda sıklıkla boşanma haberi ve hemen yanında yapılan araştırmalar var.  Ben tek tek şu başlıkların hepsini okudum. Çok okuyanlar boşanıyor. Üniversite mezunu kadın 3 yıl evli kalıyor. 2. evlilik daha kısa sürüyor. Çok kazanan kadın boşanıyor. Erkek genç kadın istiyor :) Boşanan ailenin çocuğu psikopat.Boşanan ailenin çocuğu özgüvenli ???
Herkes farklı, herkes farklı gelişiyor ve büyüyor. Bunların gerçekten bir istatistiği olabileceğine inanmıyorum.
Ben inanmıyorum...Komiğime gidiyor.
Bazen sabah öfke ile çıkıp bir daha görmek istemediğimi düşündüğüm eşimi akşam dört gözle bekleyebiliyorum.Gün gün değişiyor, saat saat değişiyor ve yıllarla değişiyor ama birlikte değişiyoruz.
Ya boşanırsak diye düşünmeden o an yaşanılanın tadı sanırım evliliğin güzelliği...herşey gibi. Mutlluluk anda gizli...Gizli kalmasın bırakalım açığa çıksın...
En kızdığım , en kırıldığım, en güvendiğim , yol arkadaşım, sevgilim, eşim...
Tüm istatistiklere inat ; Nice 9 yıllara....
Beni sevdiğin için teşekkür ederim, seni seviyorum....

21 Haziran 2011 Salı

kurtur bu halinden anne :)


biliyorum...gayet iyi biliyorum...
bebekler  ve çocuklar sık sık hastalanırlar....veee hemen iyileşirler...
bir arkadaşım çicek gibiler solup açıveriyorlar demişti aynen dediği gibi aslında..
hastalanmak; dünyanın sonu değildir.
ayrıca en kötü halleri 3 gün hadi bilemedin 5 gün sürüyor...
kimi zaman diş , kimi zaman enfeksiyon...
ama oğlum hastalanınca içimde kocaman bir balon şişiyor, beni sıkıştırıyor.
ateş yüzünden titrediği anlar nasıl zayıf bir insan oluyorum...
çaresiz suratıma kendim inanamıyorum...
eşim beni tanıyamıyor.
sayısız soruna çözüm getiren ben hemen hastaneye acile gitmek istiyorum.
sonra acil doktoru ile tatmin olmuyorum.
kendi doktoru dışında kimseye inanmıyorum.
bir de suçluluk duygusu.
ben bakamamışım da o yüzden hastalanmış gibi hissetmem.
nereye gitmiştim?
kiminle görüşmüştük?
terli mi bıraktım?
acaba o çocuktan mı kaptı mikrobu?
ya basit değilse, keçi gribiyse...
doğduğu yıl domuz gribi çıkmıştı mesela...
ya bu mikrop tanı konmamış bişiyse...
ya kusarsa...
ya kustuğu için ilaç veremezsem...
koçluk eğitimim, psikolji bilgim, pozitif psikolojiye ilgimin çözümsüz kaldığı yegane an...
o uyuyor ben ya uyanırsa da duymazsam diye uyumuyorum...
bu kadar evhamlı olduğum için kötü enerji çektiğimi düşünmem bir daha şişmem...
offfff karışık ....
seni çok seviyorum be oğlum....
elimde olsa etrafına sihir yapıp herşeyden korurdum seni...
ama hayat bu di mi?
hastalanacaksın iyileşeceksin üzüleceksin sevineceksin böyle böyle güçleneceksin, büyüyeceksin...

19 Haziran 2011 Pazar

bugün seni ne çok düşündüm ....

bugün...
belki de bu hafta..sık sık..
yokmuşsun gibi davranmayı kendime öğrettiğimden beri daha sık..
nedenleri, nasılları geride bıraktığımdan beri daha bana özgün halini...
işte sevdiğimde bana özgün halin...
sana gelirsem, seni ararsam biliyorum yine yıkacaksın bu halini...
bu halinde öyle tatlı, öyle sahiplenici, öyle bize aitsin ki...
hala anneme aşık, mutlu etmekten zevk alan, aniden neşelenen...
ben şanslıyım bu halini yaşadım...
şimdi de içimde yaşatıyorum.
sen olmasan, sen böyle olmasan ben beceremezdim kendimce yakaladığım bu mutluluğu yalnız korumayı.
paylaşmadan...
aldığın herşeyle hızla büyüdüm...
verdiklerinle elbette şekillendim...
bugün 33 yaşında, sana karşı olan hırslarımı törpüledim...
gelmiyorum, aramıyorum bizi yeniden bozma istiyorum...
ben bende yarattığını kendim için seyreyeliyorum...
artık gücenmiyorum...
yargılamadan sorgulamadan yanımda olduğun her an için teşekkür ediyorum...
kayıp balık nemo kadar şanslı değilim belki de ama :)
babalar günün kutlu olsun...

18 Haziran 2011 Cumartesi

suya yazı yazmak....

suya yazı yazmak mümkün olsaydı bu kadar zevkli olur muydu, bu kadar keyif verir miydi , bu kadar güçlendirir miydi bilemem...
geriye dönüp baktığım her ay, topu topu arkada bıraktığımız iki yıla ilişkin bugün ne hatırlıyorsun, ne zaman ne kadarını hatırlıyor olacaksın bilemiyorum...
seni geleceği hesap etmeden bu kadar sevebiliyor olmak bana çok güçlü hissettiriyor kendimi...
küçücük yaşamında bu kadar önemli olmak ve birgün yine önemli ama böylesi olmayacağımı bilerek sana dört elle sarılmak...
senden önce ben ve senden sonra ben diye birşey kesin var...
tartışmasız bana sen katılınca başka biri oldum...
iyi ki oldun...
iyi ki oldum...

iyi ki varsın oğlum...
yazmak istiyorum deyip te yazmamak....
hergün en az 3 kere bunu düşünüp yazmamak...
kim tutuyorsa, neyin mükemmelliği, olgunluğu bekleniyorsa içimde.
yazasım varsa, yazarım o kadardır aslında...
oysa ki; ben sürece bırakılan sonuca gitmeyen her işin sahibini bu arada yaşanılan şikayet döneminden ,haz aldığına, bir şekilde aslında sonuca değil de tam da bu aradaki sürece ihtiyaç duyduğuna inanmıştım.
bu fikrimi denemiş, sınamış, gözlemlemiş hatta inancımı kendimce bilgiye dönüştürmüştüm.
oysa ki ;daha ilkokul yıllarımda artık neyin birikimini taşıyorsam ne kolay yazardım.
Elbette hayallerim vardı dizginlenemeyen, etrafımdakileri şaşırtan ama hızla yazabilmem, her ortamda yazabilmem, yazdıklarımla gurur duymam mümkündü.
bu yıllar çok da kısa sürmedi ta ki lise sona kadar yazabildiğim kadar yazdım.Burada beni çok güzel özetleyen başka bir başlık var elbette arşivlemedim.
Günlüklerimi, hikayelerimi,şiirlerimi, okul gazetesi yazılarımı, staj dönemi röportajlarımı, çalıştığım dergide kaleme aldığım makaleleri arşivlemedim.
Benim yolculuğum belirliydi aslında nerede şaşırdım kendimi hatırlamıyorum.
ilk hikayelerimi kaleme aldığım ilkokul 3. sınıfta kararım yazabilmek sınırsız yazabilmek için gazeteci olmaktı.
Lisede de o yaştan beklenmeyecek bir kararlılıkla bunun eğitimini aldım.
Sonra lise öğrenimim boyunca bu mesleğin erbablarına yakınlaştıkça hayalimdeki özgürlüğe sahip olmadıklarını dinledim.
Bir kere istediğini yazamazmışsın sana belli bir konu hatta belirli cümle sayısı verirlermiş,
bir köşe yazarı olmak için çoook uzun yıllar harcarmışsın, zaten çok çok az kişi sıyrılabiliyormuş, bu meslek adam yermiş, adam kullanırmış, seni mahvedermiş, gençliğin bitermiş.
İlle de yazacaksan dedi, mavi gözlü çok sevdiğim şöhret hocam, roman yaz, kendi yazılarını yaz bunun için de sakın İLETİŞİM okuma , FELSEFE oku.
Sonra dergide staj yapmaya başladığımda ve otomobiller üzerine röportajlar ya da yurt dışından gelen model tanıtımlarını düzenlerken kendimi bulduğumda bir de insanların maaş alamadıklarını anladığımda elbette üniversitede yolum belliydi.
gerçi ben de gelişmiş bir otoriteye itaat var bunu kabul etmeliyim.
Ne kadar başıma buyruk ( son aldığım eğitimlerde iç referans biri olduğumu öğrendim ama yılların insanı kendi içimdeydi gel de geçmişi düşünme analiz etme)
hareketlerim olsa da bir otorite bana bak şudur derse, inanırım. Hemen de yolalırım...

He şu var; çok az kişiyi otorite kabul ediyor bünyem. Çocukluk yıllarımdan beri bu böyle.
Okudum, FELSEFE okudum, tahmin edersiniz ki; çok ve kavramlarla dolu kitaplar okudum, çıta benim için çok yükseldi, durdum...
son olarak eşime askerde olduğunda her gün yazdığım mektuplar , hamileliğim ve oğlum 1 yaşına gelene kadar tuttuğum günlük dışında, sms ve mail yazıyorum :)
kendim için, sevdiğim en sevdiğim şeyi yapmak için, yazmak istiyorum dememek için yazmak için yazıyorum, kaybetmemek için de buraya yazıyorum...
aferin bana...