her daim ev için birşeyler yapabilirim...
aklımı tutamıyorum, umarım kaçırmam....
ebeveyn banyosu duşunun yerini tik ağacı kaplamak...
eminönünden camlara asmak için sakız sardunya almak ( geçen yıl geç kaldın nisanda gel dediydiler ...)
ışıkların yerini değiştirmek...
Kaan'ın odasından fazla mobilyaları çıkartmak , oyun alanını büyümek...
ham ağaç orta sehpa aramak...
bu country tarza uygun 2 yan sehpa bulmak...
yatak odasına pano uygulaması...
Salona resim alamıyorum yasak ! Serdar'ın resimleri bitirmesi için dua etmek...
the woo objeleri...
essenin akıl çelen tabakları....
paşabahçenin kafa karıştıran yenilikleri...
zara home'un baştan çıkarıcılığı...
english home'un akla zarar uygun fiyatları...
sanat eseri gibi kurulan sofralar ve sanat eseri pahasındaki porselen takımlar...
evdeki fotoğraflar ve duvarlar için hep yenilenen uygulamalar için kendini tutmak...
kervan çeyizdeki o duvar fotoğraf çerveleri...
chakra'da içimden fırlayan bunu da bunu da diye tutturan küçük kız çocuğu...
içimdeki mudo delirmişliği ...
amacım inanın sadece masumca minicik evime dokunmak...
bazen küçük bir havlu bazen bir mum bazen bir objecik ile....
ama biraz daha coşarsam bu ev bana feci dokunacak hissediyorum...
30 Mart 2012 Cuma
keşfin zevki; keşfedilende...
Bir mekanın bağırmadan usul usul kendi kendine görüş alanınıza girmesi ayrı bir keşif zevki veriyor.
bir dizi izlerken dikkatimi çekti ve birden arabamızı önünden geçerken ama hazırlıklı olmadığımız için parkedemezken bulmuştum Kandilli Cafe'yi...
K harfi ile başlayan üç kalp çıprıntısı semt benim için Kuleli, Kanlıca ve Kandilli...Bir de başka bir hat üzeri ama K'nın hatrına hep gidesim olan Kalamış var...
Tanrı nasıl güzel insanlara 1-0 önde başlama şansı veriyorsa ( tabii ki bu şansı kullanmak şart ...) semtler için de öyle...
Kandilli öyle bir nokta ki; kötü bir şey yapmak için kendisinden ilham almayacak kadar kör olmak gerekir.
Gel gör ki, bizde bu körlük çokça var.
O yüzden prens adaları abuk bir Yunan Adasının büyüsünü asla veremiyor.
Bu noktada Anadolu yakası boğaz hattı mekanlarının da neden böyle bir büyülü güzellik içinde ama ısrarlı bir kısır döngüde olduklarını düşünürüm zaman zaman.
O manzarayı yaşamak istiyorsanız köhne bir çay bahçesi, kazık bir balıkçı veya uçmuş dünya mutfağı konusunda uzman 1-2 ismi tercih etmek zorundasınız.
İşte boydan boya camekan bir mekan olan Kandilli Kafe ince dokunuşlu dekorasyon tarzı ( provence - country karışık ) ile beni fethetti.
Kandilli Limanını yolun karşısında ağaçların arasından izliyorsunuz ama içinde olduğunuzu fark ediyor , yaşıyorsunuz...
Gemiler ve Deniz elinizi uzatsanız işte orada.
Çok güzel gülüşlü orta yaşa yakın bir bayan ilgilendi bizimle...
Bu kadar yoğun çalışınca , insanın üzerinde bu denli sorumluluk olunca o azıcık saatlerdeki keyfinizi maximize eden uzmanlar o kadar kıymetli ki...
Tezgahtar, garson , masajcı her kimse karşınızdaki ukalalık yapmadan size uzmanca destek veriyorsa ya da hizmet vermekten gocunmuyorsa mekanın tadı 5 katı artıyor.
Bugün Kandili Kafe'de olumlu olarak tecrübe ettiğim ve mest olduğum bu deneyimin tam tersini geçen pazar çok daha marka bir mekan olan Kalamış Divan'da yaşadık.
Havanın beklenden çok daha güzel olması sebebi ile Kalamış Divan kahvaltı saatinde aşırı doluydu.
Her ne olursa olsun mekan Divan biz sipariş verebilmek için tam 48 dakika , eşimle sanki beyzbol topu yakalamaya çalışır gibi GARSON dilendik.
Pardon...
Afedersiniz...
Lütfen bakar msnz?
Şey bir saniye...
Sonunda oğlumuz o kadar acıktı ki ben çantama ne olur ne olmaz diye koyduğum meyve kuruyemişleri vermek zorunda kaldım.
Kalamış Divan'a olur da güzel havada bir ctesi ya da pazar mekanın manzarasından yararlanayım derseniz sandiviciniz yapıp gidebilir bir saat kadar takılabilir ve çıkabilirsiniz.
Çünkü garsonlar sizi görmemek için and içmiş gibiler...
Sonunda restaurant muduru bizimle kendisi bizzat ilgilendi servis yaptı ve bir jestte bulundu ama onun bu kişisel yetkinliği ve çabasının işletmenin ve tüm ekibinin eksikliğini nasıl kapasın ?
İşte bugün bunların tam tersiydi...
Gidip 5 saat oturulacak bir mekan keşfetmenin mutlusuyum...
Porselen mini esmer şeker kutusu ( aşağıdaki resimdeki minik beyaz mavi porselen ) arka bahçenin rüya hali, cam tabaklarda sergilenen taze poğaçalar, afyon sucuğu bile bulabilme lüksü yiyemedim ama 62 kg olunca koşarak deneyeceğim mini puf böreğin kokusu...

Müşterileri bile sofistike ve güzel görünmeye başladı bir müddet sonra.
Bu da bahar havası gibi mekanın çarpması olsa gerek...
İşte menünün görünümü ...

daha da fazla resim için http://nihalharmanli.blogspot.com/2011_12_01_archive.html ....
bir dizi izlerken dikkatimi çekti ve birden arabamızı önünden geçerken ama hazırlıklı olmadığımız için parkedemezken bulmuştum Kandilli Cafe'yi...
K harfi ile başlayan üç kalp çıprıntısı semt benim için Kuleli, Kanlıca ve Kandilli...Bir de başka bir hat üzeri ama K'nın hatrına hep gidesim olan Kalamış var...
Tanrı nasıl güzel insanlara 1-0 önde başlama şansı veriyorsa ( tabii ki bu şansı kullanmak şart ...) semtler için de öyle...
Kandilli öyle bir nokta ki; kötü bir şey yapmak için kendisinden ilham almayacak kadar kör olmak gerekir.
Gel gör ki, bizde bu körlük çokça var.
O yüzden prens adaları abuk bir Yunan Adasının büyüsünü asla veremiyor.
Bu noktada Anadolu yakası boğaz hattı mekanlarının da neden böyle bir büyülü güzellik içinde ama ısrarlı bir kısır döngüde olduklarını düşünürüm zaman zaman.
O manzarayı yaşamak istiyorsanız köhne bir çay bahçesi, kazık bir balıkçı veya uçmuş dünya mutfağı konusunda uzman 1-2 ismi tercih etmek zorundasınız.
İşte boydan boya camekan bir mekan olan Kandilli Kafe ince dokunuşlu dekorasyon tarzı ( provence - country karışık ) ile beni fethetti.
Kandilli Limanını yolun karşısında ağaçların arasından izliyorsunuz ama içinde olduğunuzu fark ediyor , yaşıyorsunuz...
Gemiler ve Deniz elinizi uzatsanız işte orada.
Çok güzel gülüşlü orta yaşa yakın bir bayan ilgilendi bizimle...
Bu kadar yoğun çalışınca , insanın üzerinde bu denli sorumluluk olunca o azıcık saatlerdeki keyfinizi maximize eden uzmanlar o kadar kıymetli ki...
Tezgahtar, garson , masajcı her kimse karşınızdaki ukalalık yapmadan size uzmanca destek veriyorsa ya da hizmet vermekten gocunmuyorsa mekanın tadı 5 katı artıyor.
Bugün Kandili Kafe'de olumlu olarak tecrübe ettiğim ve mest olduğum bu deneyimin tam tersini geçen pazar çok daha marka bir mekan olan Kalamış Divan'da yaşadık.
Havanın beklenden çok daha güzel olması sebebi ile Kalamış Divan kahvaltı saatinde aşırı doluydu.
Her ne olursa olsun mekan Divan biz sipariş verebilmek için tam 48 dakika , eşimle sanki beyzbol topu yakalamaya çalışır gibi GARSON dilendik.
Pardon...
Afedersiniz...
Lütfen bakar msnz?
Şey bir saniye...
Sonunda oğlumuz o kadar acıktı ki ben çantama ne olur ne olmaz diye koyduğum meyve kuruyemişleri vermek zorunda kaldım.
Kalamış Divan'a olur da güzel havada bir ctesi ya da pazar mekanın manzarasından yararlanayım derseniz sandiviciniz yapıp gidebilir bir saat kadar takılabilir ve çıkabilirsiniz.
Çünkü garsonlar sizi görmemek için and içmiş gibiler...
Sonunda restaurant muduru bizimle kendisi bizzat ilgilendi servis yaptı ve bir jestte bulundu ama onun bu kişisel yetkinliği ve çabasının işletmenin ve tüm ekibinin eksikliğini nasıl kapasın ?
İşte bugün bunların tam tersiydi...
Gidip 5 saat oturulacak bir mekan keşfetmenin mutlusuyum...
Porselen mini esmer şeker kutusu ( aşağıdaki resimdeki minik beyaz mavi porselen ) arka bahçenin rüya hali, cam tabaklarda sergilenen taze poğaçalar, afyon sucuğu bile bulabilme lüksü yiyemedim ama 62 kg olunca koşarak deneyeceğim mini puf böreğin kokusu...
Müşterileri bile sofistike ve güzel görünmeye başladı bir müddet sonra.
Bu da bahar havası gibi mekanın çarpması olsa gerek...
İşte menünün görünümü ...
daha da fazla resim için http://nihalharmanli.blogspot.com/2011_12_01_archive.html ....
27 Mart 2012 Salı
bi de sesim olsaydı :)
Her daim açıklıkla bir itirafım var.
Kulağım iyi değil benim. Sesim de annesi olduğum için sadece Kaan'ın ilgisini çekecek kadar standarın bile altında.
Derin bir müzik kültürüm de yok.
Yine de çok seviyorum şarkı dinlemeyi. Hem de çok...Ve de aslında söylemeyi. Bu konuda kendimi en rahat Kaan'ın kolik sancıları döneminde hissettim.
Bir annenin en çılgın kabuslarından biri...Bebeğiniz 6 haftalık falan tam size gülmeye başlamışken , birden 3-5 saat süren ağlama krizlerine giriyor.
Bu konu hakkında kitaplar, internet, yaşayanlar, doktorunuz sizi sakinleştirecek onlarca data veriyor.
Ama nafile öyle ki, bu kolik işi piyango sistemi ile çalışıyor.
1. piyango; hangi bebekte olacağına dair hiçbir data yok. Başladı mı başlıyor ...
2. piyango ; günde bu ağlama krizinin kaç saat süreciğine dair yine bir data yok.
3. piyango; günün hangi saati başlayağına dair yine bir data yok.
4. piyango ; ve en zorlusu kaç hafta veya kaç ay süreceği de belli değil.
Kaan yaklaşık 5 hafta yaşadı kolik dönemini. Bu da en kısasıymış zaten.
Saatlerimiz de; tam annemin evden gittiği 18.00- 20.00 suları ile 22.30 suları arasında yavaş
yavaş öne gelerek seyretti. Yani tam benim onunla yalnız kaldığım, tam babasının o'nu gördüğü ve bizim eşimle görüşeceğimiz, konuşacağımız süreç.
Zaten tüm gece emzirdiğim ve 2.5 saatte bir kalktığım için en geç 22.30'da uyuyakalıyordum. Korkunç birşey !
Bütün gün melek olan gıkı çıkmayan, uyuyan, uyanan, emen bebek durmadan ağlıyor.
Kaan normal birşey yaşadı da ben gerçekten çok anormal yaşadım bu süreci.
Depresyon, sorgulama, suçlama ne ararsanız girdim girdaba.
Sağolsun imdadıma dans etmek ve şarkı söylemek yetişti.Nasıl bir tatmin !
Bu ağlama krizi sırasında anne karnındaki sese benzediği için önceleri fön makinesi ve elektrik süpürgesi sesi işe yarıyordu. Yavaş yavaş etkileri geçti.
Ben deli gibi bildiğim ajda şarkılarından, Ertan ANAPA'ya kadar...kan ve gül, gül ve diken sevgim veeee beeeennnnnnnnn.
Takmışım ana kucağına Kaan'ı evde koşuyorum.Erkeekleriiiii tanıyıııınnnnnn onlara inanmaaaayınnnnnnnnnn....
Sesimin kötü olduğunu bildiğim için yıllarca söylenen şarkıya eşlik etmekte buldum çareyi, korist veya vokalist olarak aldım zevkimi.
Ama işte bu 5 hafta assolisttim.

Ama ne assolist. İnanılmayacak bir repertuarım olduğunu fark ettim.
Kırık bir Türkçe ile 'saçların alev gibi yakıyoooor gözlerimiiii, seeevda seevdaaa unut onu dinsin gönlünde fııırtınaaaa'
Bu komplike repertuarın köklerine bakacağım ....
Aslına bakarsanız çoğunluğu babamdan gelir.
Annem Cat Stevensi John Baez'İ ve klasik müziği ve Türk Sanat müziğini sever ve de soyler ama evimizde asıl çok şarkı dinleyen babamdı.
Babam sayesinde pek çok karma karışık şarkıyı da ezberlemiş bulunuyorum.
Babamın değişik bir müzik zevki vardı aslında.
İlham İrem'i çok seviyordu.
Ahmet Kaya dinliyordu. Cem Karaca ve ben bir ceviz ağacıyım şarkısından bir ara fenalık gelmişti.
Ama Banko her çıkan Hurşit YENİGÜN kasedini alırdı ...Öyle gülüp geçmeyin işte ben Hurşit sayesinde tüm 70'lerin şarkılarını gözü kapalı söyleyebiliyorum.
Herşeyden birazcıktır;Hurşit YENİGÜN kasetleri.
Mutlaka grup olarak söylerler, çok eglenirler...
takataka takataka takataaa takataka taka ta...hıçkırık sesli kızlar olur, onların nidaları ile ezberlerim şarkıları...
güzel kız uzaklaşmış ' fakat siz de kimsiniz?'
ben bir erkek meleğim, bırak yanına geleyim, o güzel dudaklardan bir kerecik ööpeyim....
Bu yazıyı yazdıktan sonra hemen bu adamcağınız google'da arayacağım :)
Mağaza yıllarımda ki; bu yıllar 5 yıldır Radio Contact dinlemekten Fransızca Müzik konusunda ciddi bir olgunluğa erişmiştim.
Radio Contact se sa supeeeaaaa.....91.1...
Bu yıllarda joe dassin, aznavur, massias ve geç temsilcileri brillant ( parlak danny ) ile tanıştım. Kenny Rogers'ın Lady'sini 2000 defa dinledim o aralar...
Sonra halkımızın düğünde ilk dans olarak bu şarkıyı kullanmalarından dolaylı soğudum.
Ve benim önce Hurşit'in sandığım şarkıların Ajda ve diğerlerinin , sonra da Ajda ve Fikret Şenes'in sandığı şarkıların Massias'ın olduğunu öğrendim.
En büyük şoku Ayten ALPMAN'ın da MEMLEKETİM şarkısının aslında Fransızca olduğunu fark ettiğimde yaşadım.
Sırf orjinalinde söylemek için bile, evet sırf oğluma :) ve sanırım belli bir süre daha söyle anne, çaykı sööle anne der :) Fransızca bilmeyi çok isterdim...
Bazı arkadaşlarımın tavsiyeleri genelde banko beğendiğim şeyler çıktığından özenle üstüne eğilirim.Bunu o arkadaşlarıma itiraf etmemişimdir muhtemelen.
'Çiceğimdir , mesela beni Amy Wınehouse ile tanıştıran, :)' şarkıyı veya şarkıcıyı magazinle özdeşleştirerek bana anlattığından ondan gelen
datalar bende pek sağlam. Neden çünkü TEMSİL SİSTEMLERİ'ni öğrenirken GÖRSEL olarak yoğun yaşayan biri olduğumu da öğrendim. Şimdi işitseli zayıf olan
ben şarkıları hep o şarkıya ilişkin hayalimle veya o'nu dinlediğim o anla kaydediyorum.
Kafamda onlarca şarkı onlarca sahne ile yapışık durumda.
Bunu düşünürkeeeenn,
Bu sabah uyandığımda radyoyu açtım.
Kanallar arasında dolaşırken çook sevdiğim bir şarkıya denk geldim ama Yılmaz Morgül söylüyor.
Haddim değil elbette ama keşke söylemese. O kadar abartılı söylüyor ki.
Allah Allah ben bu şarkıyı yanlış mı anladım yıllarca diye düşünürken buldum kendimi. Söylediği şarkı, Selda BAĞCAN'dan dinlediğim NEREDESİN SEN ?
Çok seviyorum bu şarkıyı, şarkı beni aldı 2 sahneye odaklattı.
1'i Asos'ta bir tatile götürdü.
Orada belki o akşam açık olan 2 bardan birindeydik,
hafta içi olduğu için de sönük geçen bir geceydi.
Bardaki çocuk tımbır tımbır yavaş yavaş bu şarkıyı söylemeye başladı. Loş ışıklar, arkadaşlarım, eşim bir aradayız.Ilık ılık içime akmıştı.
Bazı sözlerin duygusu o kadar net ki bence bağıra bastıra okunduğunda sahteleşiyor.
O an eşiiim dalga geçerek bana neredeeeessssin seeen dedi.
Ardından çocuk Alla beni pulla beniyi söylerken ben yine ne güzel şarkı diye düşünürken
hadi artık kalkalım dayanamayacağım bu müziklere dedi.
O kadar uç ki, o an duygularımız. Ben zevkten 4 köşeyim o baygınlık geçiriyor!!!
Zaten bugüne kadar FERDA ANIL YARKIN ve askerdeyken dinlediği İNCİ TANEM dışıda Türkçe Müzikten hiç haz etmedi.
Çok kırıldım o gece. Sanki ben yazmışım bu 2 şarkıyı. Çok uzak hissettim kendimi. Çok yalnız hissettim.
2. sahne ise Filiz Akın'ın Tarık Akan'a küskün köyde yürüyen sahnesi...Çoook güzeeelsin Filiz Akın yaaaa. Bir baktım ben o Asos gecesi acımı öyle
büyüttüm ki, Filiz Akın oldum...Köy Öğretmeni oldum çapkın basketbolcu Barbaros oldu ve beni terk etti, aldattı...
Eeeevvvt şizofren böyle başlaaaarrrrr.....
Eşinizle aynı müzikleri dinleyememek çok zordur. Ama ara çözümler vardır. Benim house müzik, Depeche Mode, Massive Attack dinleyen eşimle ara çözümlerimiz;
Bueno vista Social Club, Barry White, Smooth Jazz,Leonard COHEN ve artık ZAZZZ....
Şu Fransız kız.
Ofisteki asistanımız da iş yaparken o'nu dinliyor.
Ama hala çok içime sinerek yaşayamadığım bir Fasıl Gecesi var. Bu gecelerde benim tam ayarım tutmuyor.Benim şarkılarım olmuyor.
Mesela dedem çok Türk Sanat Müziği söyler. Onun radyosu ile bütün gün peşinde dolanırdım.
Ama en çok ÇIRPINIRDI KARADENİZ ve DALGALANDIM DA DURULDUM'u söylerdi.
Neşelenmesi gerekmez ortam gerekmez hep söyler mırıl mırıl.
Annemle babamın hemşire arkadaşı Nezihe abla, beni 5 yaşındayken, Türk Sanat Musikisi özel dersine giderken yanında götürürdü.
Onlar Mehteran Takımından Aydın Bey ile meşk ederken ben hep sözlerin anlamlarını düşünürdüm.
Mihrabım diyerek sana yüz vurdum....Buradan mihrabı öğrendim.
Sim Ten Gonca Fem , gonca ağızlı demekti mesela...
Burada katıldığım bir kaç ders sayesinde eski Türkçe şiirleri, Türkçeye çevirme zamanı geldiğinde hiç zorlanmadım.
Amcam taverna şarkıları bilirdi. Nejat Alp veya Arif Susam şarkılarını ilk ondan duyardım.
Tamara Tamara paralar gitti kumara.Bunun bendeki hayalinden muhteşem bir DISNEY filmi çıkar.
Ayda yılda 1 pazar onda da yağmur yağar:)
Ezberlenmeyecek gibi değil...
Bizim bir grup olarak Asmalı Konak öncesi Özcan Deniz'i bağrımıza basışımız, Senem'in Bostanbı balkon gecesinde şişe ile
ama dön desem , seviyorum seni gel desem demesi ile başlar....
Hepsi bir film kurgusu ile henüz ezberimde. E hayli yüklü bir data...Hayatın ta kendisi.
İyi ki bu kadar çok şarkı var...iyi ki bu kadar çok çeşit.
Ne diyordum bi de sesim olsaydı :))))))))))
Kulağım iyi değil benim. Sesim de annesi olduğum için sadece Kaan'ın ilgisini çekecek kadar standarın bile altında.
Derin bir müzik kültürüm de yok.
Yine de çok seviyorum şarkı dinlemeyi. Hem de çok...Ve de aslında söylemeyi. Bu konuda kendimi en rahat Kaan'ın kolik sancıları döneminde hissettim.
Bir annenin en çılgın kabuslarından biri...Bebeğiniz 6 haftalık falan tam size gülmeye başlamışken , birden 3-5 saat süren ağlama krizlerine giriyor.
Bu konu hakkında kitaplar, internet, yaşayanlar, doktorunuz sizi sakinleştirecek onlarca data veriyor.
Ama nafile öyle ki, bu kolik işi piyango sistemi ile çalışıyor.
1. piyango; hangi bebekte olacağına dair hiçbir data yok. Başladı mı başlıyor ...
2. piyango ; günde bu ağlama krizinin kaç saat süreciğine dair yine bir data yok.
3. piyango; günün hangi saati başlayağına dair yine bir data yok.
4. piyango ; ve en zorlusu kaç hafta veya kaç ay süreceği de belli değil.
Kaan yaklaşık 5 hafta yaşadı kolik dönemini. Bu da en kısasıymış zaten.
Saatlerimiz de; tam annemin evden gittiği 18.00- 20.00 suları ile 22.30 suları arasında yavaş
yavaş öne gelerek seyretti. Yani tam benim onunla yalnız kaldığım, tam babasının o'nu gördüğü ve bizim eşimle görüşeceğimiz, konuşacağımız süreç.
Zaten tüm gece emzirdiğim ve 2.5 saatte bir kalktığım için en geç 22.30'da uyuyakalıyordum. Korkunç birşey !
Bütün gün melek olan gıkı çıkmayan, uyuyan, uyanan, emen bebek durmadan ağlıyor.
Kaan normal birşey yaşadı da ben gerçekten çok anormal yaşadım bu süreci.
Depresyon, sorgulama, suçlama ne ararsanız girdim girdaba.
Sağolsun imdadıma dans etmek ve şarkı söylemek yetişti.Nasıl bir tatmin !
Bu ağlama krizi sırasında anne karnındaki sese benzediği için önceleri fön makinesi ve elektrik süpürgesi sesi işe yarıyordu. Yavaş yavaş etkileri geçti.
Ben deli gibi bildiğim ajda şarkılarından, Ertan ANAPA'ya kadar...kan ve gül, gül ve diken sevgim veeee beeeennnnnnnnn.
Takmışım ana kucağına Kaan'ı evde koşuyorum.Erkeekleriiiii tanıyıııınnnnnn onlara inanmaaaayınnnnnnnnnn....
Sesimin kötü olduğunu bildiğim için yıllarca söylenen şarkıya eşlik etmekte buldum çareyi, korist veya vokalist olarak aldım zevkimi.
Ama işte bu 5 hafta assolisttim.
Ama ne assolist. İnanılmayacak bir repertuarım olduğunu fark ettim.
Kırık bir Türkçe ile 'saçların alev gibi yakıyoooor gözlerimiiii, seeevda seevdaaa unut onu dinsin gönlünde fııırtınaaaa'
Bu komplike repertuarın köklerine bakacağım ....
Aslına bakarsanız çoğunluğu babamdan gelir.
Annem Cat Stevensi John Baez'İ ve klasik müziği ve Türk Sanat müziğini sever ve de soyler ama evimizde asıl çok şarkı dinleyen babamdı.
Babam sayesinde pek çok karma karışık şarkıyı da ezberlemiş bulunuyorum.
Babamın değişik bir müzik zevki vardı aslında.
İlham İrem'i çok seviyordu.
Ahmet Kaya dinliyordu. Cem Karaca ve ben bir ceviz ağacıyım şarkısından bir ara fenalık gelmişti.
Ama Banko her çıkan Hurşit YENİGÜN kasedini alırdı ...Öyle gülüp geçmeyin işte ben Hurşit sayesinde tüm 70'lerin şarkılarını gözü kapalı söyleyebiliyorum.
Herşeyden birazcıktır;Hurşit YENİGÜN kasetleri.
Mutlaka grup olarak söylerler, çok eglenirler...
takataka takataka takataaa takataka taka ta...hıçkırık sesli kızlar olur, onların nidaları ile ezberlerim şarkıları...
güzel kız uzaklaşmış ' fakat siz de kimsiniz?'
ben bir erkek meleğim, bırak yanına geleyim, o güzel dudaklardan bir kerecik ööpeyim....
Bu yazıyı yazdıktan sonra hemen bu adamcağınız google'da arayacağım :)
Mağaza yıllarımda ki; bu yıllar 5 yıldır Radio Contact dinlemekten Fransızca Müzik konusunda ciddi bir olgunluğa erişmiştim.
Radio Contact se sa supeeeaaaa.....91.1...
Bu yıllarda joe dassin, aznavur, massias ve geç temsilcileri brillant ( parlak danny ) ile tanıştım. Kenny Rogers'ın Lady'sini 2000 defa dinledim o aralar...
Sonra halkımızın düğünde ilk dans olarak bu şarkıyı kullanmalarından dolaylı soğudum.
Ve benim önce Hurşit'in sandığım şarkıların Ajda ve diğerlerinin , sonra da Ajda ve Fikret Şenes'in sandığı şarkıların Massias'ın olduğunu öğrendim.
En büyük şoku Ayten ALPMAN'ın da MEMLEKETİM şarkısının aslında Fransızca olduğunu fark ettiğimde yaşadım.
Sırf orjinalinde söylemek için bile, evet sırf oğluma :) ve sanırım belli bir süre daha söyle anne, çaykı sööle anne der :) Fransızca bilmeyi çok isterdim...
Bazı arkadaşlarımın tavsiyeleri genelde banko beğendiğim şeyler çıktığından özenle üstüne eğilirim.Bunu o arkadaşlarıma itiraf etmemişimdir muhtemelen.
'Çiceğimdir , mesela beni Amy Wınehouse ile tanıştıran, :)' şarkıyı veya şarkıcıyı magazinle özdeşleştirerek bana anlattığından ondan gelen
datalar bende pek sağlam. Neden çünkü TEMSİL SİSTEMLERİ'ni öğrenirken GÖRSEL olarak yoğun yaşayan biri olduğumu da öğrendim. Şimdi işitseli zayıf olan
ben şarkıları hep o şarkıya ilişkin hayalimle veya o'nu dinlediğim o anla kaydediyorum.
Kafamda onlarca şarkı onlarca sahne ile yapışık durumda.
Bunu düşünürkeeeenn,
Bu sabah uyandığımda radyoyu açtım.
Kanallar arasında dolaşırken çook sevdiğim bir şarkıya denk geldim ama Yılmaz Morgül söylüyor.
Haddim değil elbette ama keşke söylemese. O kadar abartılı söylüyor ki.
Allah Allah ben bu şarkıyı yanlış mı anladım yıllarca diye düşünürken buldum kendimi. Söylediği şarkı, Selda BAĞCAN'dan dinlediğim NEREDESİN SEN ?
Çok seviyorum bu şarkıyı, şarkı beni aldı 2 sahneye odaklattı.
1'i Asos'ta bir tatile götürdü.
Orada belki o akşam açık olan 2 bardan birindeydik,
hafta içi olduğu için de sönük geçen bir geceydi.
Bardaki çocuk tımbır tımbır yavaş yavaş bu şarkıyı söylemeye başladı. Loş ışıklar, arkadaşlarım, eşim bir aradayız.Ilık ılık içime akmıştı.
Bazı sözlerin duygusu o kadar net ki bence bağıra bastıra okunduğunda sahteleşiyor.
O an eşiiim dalga geçerek bana neredeeeessssin seeen dedi.
Ardından çocuk Alla beni pulla beniyi söylerken ben yine ne güzel şarkı diye düşünürken
hadi artık kalkalım dayanamayacağım bu müziklere dedi.
O kadar uç ki, o an duygularımız. Ben zevkten 4 köşeyim o baygınlık geçiriyor!!!
Zaten bugüne kadar FERDA ANIL YARKIN ve askerdeyken dinlediği İNCİ TANEM dışıda Türkçe Müzikten hiç haz etmedi.
Çok kırıldım o gece. Sanki ben yazmışım bu 2 şarkıyı. Çok uzak hissettim kendimi. Çok yalnız hissettim.
2. sahne ise Filiz Akın'ın Tarık Akan'a küskün köyde yürüyen sahnesi...Çoook güzeeelsin Filiz Akın yaaaa. Bir baktım ben o Asos gecesi acımı öyle
büyüttüm ki, Filiz Akın oldum...Köy Öğretmeni oldum çapkın basketbolcu Barbaros oldu ve beni terk etti, aldattı...
Eeeevvvt şizofren böyle başlaaaarrrrr.....
Eşinizle aynı müzikleri dinleyememek çok zordur. Ama ara çözümler vardır. Benim house müzik, Depeche Mode, Massive Attack dinleyen eşimle ara çözümlerimiz;
Bueno vista Social Club, Barry White, Smooth Jazz,Leonard COHEN ve artık ZAZZZ....
Şu Fransız kız.
Ofisteki asistanımız da iş yaparken o'nu dinliyor.
Ama hala çok içime sinerek yaşayamadığım bir Fasıl Gecesi var. Bu gecelerde benim tam ayarım tutmuyor.Benim şarkılarım olmuyor.
Mesela dedem çok Türk Sanat Müziği söyler. Onun radyosu ile bütün gün peşinde dolanırdım.
Ama en çok ÇIRPINIRDI KARADENİZ ve DALGALANDIM DA DURULDUM'u söylerdi.
Neşelenmesi gerekmez ortam gerekmez hep söyler mırıl mırıl.
Annemle babamın hemşire arkadaşı Nezihe abla, beni 5 yaşındayken, Türk Sanat Musikisi özel dersine giderken yanında götürürdü.
Onlar Mehteran Takımından Aydın Bey ile meşk ederken ben hep sözlerin anlamlarını düşünürdüm.
Mihrabım diyerek sana yüz vurdum....Buradan mihrabı öğrendim.
Sim Ten Gonca Fem , gonca ağızlı demekti mesela...
Burada katıldığım bir kaç ders sayesinde eski Türkçe şiirleri, Türkçeye çevirme zamanı geldiğinde hiç zorlanmadım.
Amcam taverna şarkıları bilirdi. Nejat Alp veya Arif Susam şarkılarını ilk ondan duyardım.
Tamara Tamara paralar gitti kumara.Bunun bendeki hayalinden muhteşem bir DISNEY filmi çıkar.
Ayda yılda 1 pazar onda da yağmur yağar:)
Ezberlenmeyecek gibi değil...
Bizim bir grup olarak Asmalı Konak öncesi Özcan Deniz'i bağrımıza basışımız, Senem'in Bostanbı balkon gecesinde şişe ile
ama dön desem , seviyorum seni gel desem demesi ile başlar....
Hepsi bir film kurgusu ile henüz ezberimde. E hayli yüklü bir data...Hayatın ta kendisi.
İyi ki bu kadar çok şarkı var...iyi ki bu kadar çok çeşit.
Ne diyordum bi de sesim olsaydı :))))))))))
TÜM ÖMRÜMÜZÜ KELİMELERLE KENDİMİZİ İFADE ETMEYE HARCADIK .....
...........Ömrü boyunca kendisine destek olan kardeşinin müşterilerini memnun edemediği ve resimlerinin öldükten sonra değer kazanacağı düşüncesi ile kardeşine refah sağlamak için intihar etmiş olabileceği olasılığı üzerinde durulur...
Daha da acı olan şudur ki, kardeşi Theo kendisinin ölümüne dayanamaz ve kısa süre sonra o da yaşama göz yumar....
...........................
...........................
Sarı ayçicekleri tablosundan etkilenen arkadaşı Gaugin'i yanına çağırır ancak Gaugin , yaşadığı yeri çok kırsal bulur ve aralarında gerilim başlar. Arkadaşlıklarının kötüye gittiğini düşünür ve kulak memesini keserek bir fahişeye verir.
......................................
Evet, yukarıda yazdıkların Van Gogh'un hayatına dair küçücük ama dönüşü büyük cümleler....
Her bir ressamın veye müzik adamının hayatını okuduğumda bir kez daha DELİLİK ve DAHİLİK'in ardışık olduklarını anlıyorum.
Büyük yetenekleri yaşamdayken korumak ve kollamak için dünya üzerinden geçerli bir kural yaratılmalı.
Sergisinde geçirdiğim 1 saat 15 dakika hayatımın en huzurlu anlarıydı.
Oysa bu huzur görüntüleri için neredeyse tüm hayatı boyunca huzursuzluğu deneyimlemiş...
Yine sözün bittiği yer ....
Daha da acı olan şudur ki, kardeşi Theo kendisinin ölümüne dayanamaz ve kısa süre sonra o da yaşama göz yumar....
...........................
...........................
Sarı ayçicekleri tablosundan etkilenen arkadaşı Gaugin'i yanına çağırır ancak Gaugin , yaşadığı yeri çok kırsal bulur ve aralarında gerilim başlar. Arkadaşlıklarının kötüye gittiğini düşünür ve kulak memesini keserek bir fahişeye verir.
......................................
Evet, yukarıda yazdıkların Van Gogh'un hayatına dair küçücük ama dönüşü büyük cümleler....
Her bir ressamın veye müzik adamının hayatını okuduğumda bir kez daha DELİLİK ve DAHİLİK'in ardışık olduklarını anlıyorum.
Büyük yetenekleri yaşamdayken korumak ve kollamak için dünya üzerinden geçerli bir kural yaratılmalı.
Sergisinde geçirdiğim 1 saat 15 dakika hayatımın en huzurlu anlarıydı.
Oysa bu huzur görüntüleri için neredeyse tüm hayatı boyunca huzursuzluğu deneyimlemiş...
Yine sözün bittiği yer ....
NEREYE GİDİYORUZ ?
Harikasın Genco ERKAL..
İnsanın içine Aziz Nesin çekmesi....
Ciğerlerine çocukluk kahramanının, gençlik idolünün dolması hem Genco sayesinde...
Ne çok okurdum ?
Ne çok gülerdim ?
Sanırım 8 yaşında kıkır kıkır elimde UYUSANA TOSUNUM ile dolaşıyordum.
Kitaplarını okuyor bir daha okuyor her yere taşıyor paramparça olana dek elimde gülüyordum.
TATLI BETÜŞ sayfa sayfa olmuştu elimde.
AH BİZ ÖDLEK AYDINLAR ile büyüdüğümü hissetmiştim.
Nasıl zaman aşımına uğramamış hiçbir cümlesi ?
Nasıl her devri özetliyor bir çırpıda ?
Herkes başka birşeye güldü, herkes başka birşey düşündü ...
Annem fırlayarak ayakta alkışladı.
Tüm salon düşünmeden ayakta alkışladı.
Doydum....
Ama ama öyle güzeldi ki ; hemen yine açıktım :)
çıtalarımız ....
Levent Kazak’ın yazdığı, Laçin Ceylan’ın yönetmenliğini üstlendiği yeni tiyatro oyunu “Cam”
Başarılı oyuncular Dolunay Soysert, Mete Horozoğlu, Deniz Çakır, Bülent Alkış ve Selen Uçer’in rol aldığı “Cam”ın biletleri Biletix’te satışa çıktı!
Tiyatro GAGA ve AYSA Prodüksiyon Tiyatrosu’nun ortak projesi olan “Cam”, alışılmadık kurgusuyla tiyatro severlere şaşırtıcı bir deneyim sunuyor. Kocasından boşanmak üzere olan bir resim öğretmeninin atölyesinde geçen oyun; “kadın”ın sosyal konumu, insan ilişkileri ve hayatın sürprizleri hakkında izleyiciyi derin sorgulamalara yönlendiriyor. “Cam”; aynı şekilde başlayan bir hikayenin, anlık bir karar ve bir rüzgar esintisiyle nasıl iki farklı yöne akabileceğini şaşırtıcı kurgusuyla gözler önüne seriyor.
“Cam”da; 9. Afife Tiyatro Ödülleri’nde “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” seçilen Dolunay Soysert, “Nefes-Vatan Sağolsun” filminin yüzbaşısı, “Vay Arkadaş – Manik, Tik, Dildo”nun “Dildo”su Mete Horozoğlu ile “Yaprak Dökümü” dizisindeki “Ferhunde” rolüyle tanınan Deniz Çakır’ın yanı sıra sevilen oyuncular Bülent Alkış ve 15. Adana Altın Koza Film Festivali “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllü Selen Uçer rol alıyor. İki perdeden oluşan “Cam”ın yardımcı yönetmenliğini Zeynep Ocak üstlenirken, dekorlarını Barış Dinçel hazırlıyor.
......................
Yukarıda bilgileri olan oyunu CKM'de eşimle izledik.
Tiyatronun nankör olduğunu biliyorum , ufacık hatalara meydan vermeyen anların toplamından oluşuyor, öte yandan metin elbette çok önemli.
Kafamı oyundan çıktığımda toplayamadım evet aynen yukarıda yazdığı gibi farklı bir kurgu var mı ? Var.
Oyuncular tek tek ellerinden geleni yaptılar mı ? evet...
Hata var mı ? yok...
Ama bu kadar yüzeysel hissettiren ne o zaman ?
Şu ; herşey İZ bırakmak zorunda değil ki...
Bazı şeyler de aralarda vardır ...
İyi gelir, unutulur, saçma da olabilir, yetersiz de gelebilir.
Bir kere bu işi yapan adamlara saygım sonsuz.
Ama öylesineydi işte....
Diziler gibi...
Kendime de öylesine işler yapma rahatlığını tanımak için kocaman büyük bir örnekti.
Yapmak, denemek, fırsatları değerlendirmek, rahat bırakmak lazım.
Deniz, Mete, Dolunay benim gözümde BİRYER'deler onlar kendilerine izin vermişler.
İyi de yapmışlar...
Canı çekirdek ister insanın bunu unutmamak lazım.
İşte çekirdeğin çıtırı olacağım diye de yıllarca beklememek lazım artık eminim....
Çıtaları kim koydu bize ki bizden başka...
Kim atlayabilir kendinden başka kendi koyduğu çıtanın üzerinden...
En yüksek çıta ,uçurtmamızın çıtası olsun , hadi artık...
Başarılı oyuncular Dolunay Soysert, Mete Horozoğlu, Deniz Çakır, Bülent Alkış ve Selen Uçer’in rol aldığı “Cam”ın biletleri Biletix’te satışa çıktı!
Tiyatro GAGA ve AYSA Prodüksiyon Tiyatrosu’nun ortak projesi olan “Cam”, alışılmadık kurgusuyla tiyatro severlere şaşırtıcı bir deneyim sunuyor. Kocasından boşanmak üzere olan bir resim öğretmeninin atölyesinde geçen oyun; “kadın”ın sosyal konumu, insan ilişkileri ve hayatın sürprizleri hakkında izleyiciyi derin sorgulamalara yönlendiriyor. “Cam”; aynı şekilde başlayan bir hikayenin, anlık bir karar ve bir rüzgar esintisiyle nasıl iki farklı yöne akabileceğini şaşırtıcı kurgusuyla gözler önüne seriyor.
“Cam”da; 9. Afife Tiyatro Ödülleri’nde “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” seçilen Dolunay Soysert, “Nefes-Vatan Sağolsun” filminin yüzbaşısı, “Vay Arkadaş – Manik, Tik, Dildo”nun “Dildo”su Mete Horozoğlu ile “Yaprak Dökümü” dizisindeki “Ferhunde” rolüyle tanınan Deniz Çakır’ın yanı sıra sevilen oyuncular Bülent Alkış ve 15. Adana Altın Koza Film Festivali “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllü Selen Uçer rol alıyor. İki perdeden oluşan “Cam”ın yardımcı yönetmenliğini Zeynep Ocak üstlenirken, dekorlarını Barış Dinçel hazırlıyor.
......................
Yukarıda bilgileri olan oyunu CKM'de eşimle izledik.
Tiyatronun nankör olduğunu biliyorum , ufacık hatalara meydan vermeyen anların toplamından oluşuyor, öte yandan metin elbette çok önemli.
Kafamı oyundan çıktığımda toplayamadım evet aynen yukarıda yazdığı gibi farklı bir kurgu var mı ? Var.
Oyuncular tek tek ellerinden geleni yaptılar mı ? evet...
Hata var mı ? yok...
Ama bu kadar yüzeysel hissettiren ne o zaman ?
Şu ; herşey İZ bırakmak zorunda değil ki...
Bazı şeyler de aralarda vardır ...
İyi gelir, unutulur, saçma da olabilir, yetersiz de gelebilir.
Bir kere bu işi yapan adamlara saygım sonsuz.
Ama öylesineydi işte....
Diziler gibi...
Kendime de öylesine işler yapma rahatlığını tanımak için kocaman büyük bir örnekti.
Yapmak, denemek, fırsatları değerlendirmek, rahat bırakmak lazım.
Deniz, Mete, Dolunay benim gözümde BİRYER'deler onlar kendilerine izin vermişler.
İyi de yapmışlar...
Canı çekirdek ister insanın bunu unutmamak lazım.
İşte çekirdeğin çıtırı olacağım diye de yıllarca beklememek lazım artık eminim....
Çıtaları kim koydu bize ki bizden başka...
Kim atlayabilir kendinden başka kendi koyduğu çıtanın üzerinden...
En yüksek çıta ,uçurtmamızın çıtası olsun , hadi artık...
16 Mart 2012 Cuma
insomnia mıyım? hasta mıyım ?
tuhaf huylarım, kemikleşmiş inançlarım var benim.
hasta olmak istemiyorum.
hastalıkla ilgili ön yargılarım var.
dinlemezsen geçer, odağına alırsan hastalık seni sarar gibi.
he çok mu yanlış? bu savunumun yanlış olmadığı zamanlarda oluyor .
bunu yaparken kendimi dinlemeyi sıklıkla unutuyorum.
öyle bir patlamaya başladı ki vücudum içimden kocaman bir adam heeeyyy nereye diye bağırıyor adeta.
geçtiğimiz salı yataktan kalkamadım.
yine tabii ki her zaman gibi kalkmak zorundaydım.
kendimi zorladıkça istemsiz bir şekilde gözümden yaşlar dökülüyor.
buna bile istemsiz yaşlar diyecek kadar fizyolojimi takip etmeyi redediyorum işte.
resmen canım yanıyordu.
basamıyorum, dönemiyorum ve her birine kendimi zorladığımda ağlıyorum.
sonuçta , belimdeki o kronikleşmiş ağrı ile soğuktan tutulma boyundan kuyruk sokumuma sokulma birleşti ve 3 + 5 ( ben bu 2. 5'i kaale almadım ) sırt üstü yatmam gerekti.
yatmak benim için çok büyük bir ceza...
hani insanlar derler ya şöyle 2 gün sırt üstü yatsam diye ...
yapamıyorum...
öyle bir yaptım ki, zorunda olunca vücut benim buna ihtiyacım var deyine öyle bir yatmak zorunda kalıyormuşsun ki...
he elimde ıphone'umla yattık ama bu bile benim için birşey...
sonra yatarken fark ettim ki meğer benim midem feci halde ağrıyormuş.
yanma, şişme..
ayrıca halsizim hastalığın dışında da.
hep uykuluyum ama extra uyanık görünme çabasındayım.
bir sürü tetkik yapıldı bunların neticesinde.
boynum ve kuyruk sokumum konusunda bir kez de fizyoterapist Işık Akgöl gördü beni.
bir kez daha anladım Doktor var Doktor var.
kadın doğum doktorum Egemen Yurdagüven , oğlumun doktoru Günay Ermergen ve şimdi Işık Hnm top 3'ü paylaşıyorlar. 33 yıllık yaşamımda.
Işık Hnm beni dinledikten sonra net birşey söyledi ve yine bir aydınlanma yaşadım.
-Bade Hnm sizin anlattıklarınızdan sizin uykunun 4. evresine giremediğinizi anlıyorum.
Bu gece kendinizi takip edin lütfen .
Dostlar, Beyler , Ağalar , Sevgili Vatandaşlar herkes o kadar doğru ki...
Sabah 06.00-08.00 ( Kaan 07 civarı uyandığı için mümkün değil ) sızıyorum.
05 gibi kedim cinleniyor tırmık kulesini tırmıklıyor...
Kaan hasta değilse bir kere su istiyor artık şükür ..03.00 gibi...
Eşim 01.30 gibi yatıyor , terliklerinin sesi uykumun arasında araba lastiği çiğniyorum gibi hissettiriyor.
12.00 gibi yatıyorum zaten...
Kısaca 1,5 saatlik döngülerle gece hayatım aktif...
U-YU-MU-YO-RUM..
Şu an aldığım kas gevşeticiler sayesinde biraz daha iyiyim...
Uyumadığım kesin bakalım MR sonuçları ile yorumu ne olacak Işık Hanımın ...
hasta olmak istemiyorum.
hastalıkla ilgili ön yargılarım var.
dinlemezsen geçer, odağına alırsan hastalık seni sarar gibi.
he çok mu yanlış? bu savunumun yanlış olmadığı zamanlarda oluyor .
bunu yaparken kendimi dinlemeyi sıklıkla unutuyorum.
öyle bir patlamaya başladı ki vücudum içimden kocaman bir adam heeeyyy nereye diye bağırıyor adeta.
geçtiğimiz salı yataktan kalkamadım.
yine tabii ki her zaman gibi kalkmak zorundaydım.
kendimi zorladıkça istemsiz bir şekilde gözümden yaşlar dökülüyor.
buna bile istemsiz yaşlar diyecek kadar fizyolojimi takip etmeyi redediyorum işte.
resmen canım yanıyordu.
basamıyorum, dönemiyorum ve her birine kendimi zorladığımda ağlıyorum.
sonuçta , belimdeki o kronikleşmiş ağrı ile soğuktan tutulma boyundan kuyruk sokumuma sokulma birleşti ve 3 + 5 ( ben bu 2. 5'i kaale almadım ) sırt üstü yatmam gerekti.
yatmak benim için çok büyük bir ceza...
hani insanlar derler ya şöyle 2 gün sırt üstü yatsam diye ...
yapamıyorum...
öyle bir yaptım ki, zorunda olunca vücut benim buna ihtiyacım var deyine öyle bir yatmak zorunda kalıyormuşsun ki...
he elimde ıphone'umla yattık ama bu bile benim için birşey...
sonra yatarken fark ettim ki meğer benim midem feci halde ağrıyormuş.
yanma, şişme..
ayrıca halsizim hastalığın dışında da.
hep uykuluyum ama extra uyanık görünme çabasındayım.
bir sürü tetkik yapıldı bunların neticesinde.
boynum ve kuyruk sokumum konusunda bir kez de fizyoterapist Işık Akgöl gördü beni.
bir kez daha anladım Doktor var Doktor var.
kadın doğum doktorum Egemen Yurdagüven , oğlumun doktoru Günay Ermergen ve şimdi Işık Hnm top 3'ü paylaşıyorlar. 33 yıllık yaşamımda.
Işık Hnm beni dinledikten sonra net birşey söyledi ve yine bir aydınlanma yaşadım.
-Bade Hnm sizin anlattıklarınızdan sizin uykunun 4. evresine giremediğinizi anlıyorum.
Bu gece kendinizi takip edin lütfen .
Dostlar, Beyler , Ağalar , Sevgili Vatandaşlar herkes o kadar doğru ki...
Sabah 06.00-08.00 ( Kaan 07 civarı uyandığı için mümkün değil ) sızıyorum.
05 gibi kedim cinleniyor tırmık kulesini tırmıklıyor...
Kaan hasta değilse bir kere su istiyor artık şükür ..03.00 gibi...
Eşim 01.30 gibi yatıyor , terliklerinin sesi uykumun arasında araba lastiği çiğniyorum gibi hissettiriyor.
12.00 gibi yatıyorum zaten...
Kısaca 1,5 saatlik döngülerle gece hayatım aktif...
U-YU-MU-YO-RUM..
Şu an aldığım kas gevşeticiler sayesinde biraz daha iyiyim...
Uyumadığım kesin bakalım MR sonuçları ile yorumu ne olacak Işık Hanımın ...
Bu Mobilya Eski Değil Mi Ablacım :)))
Nihayet bugün tv altlığı gündemiz; eşyamızın evimize ulaşmasıyla son buldu.
Bu arada eski tv altlığımız temizlik perimiz Perihan'a gitti.
Eski olmakta tüketim toplumu zavallısı bir çiftiz kocamlan :) 3 yıllıktı...
Aldığımız yeni ürün, eskitme ağaç..
Borusan Lojistik'in görevlileri pat patları söktüğünde Perihan'ın gözleri dehşetle açıldı.
Resmen bu yanlış olmuş geri gönderin dememi bekledi.
Adamlar gittikten sonra tutamadı kendini.
'Bu mobilya eski değil mi ablacım bana verdiğin daha yeniydi'.

O kadar üzüldü ki; o'na verdim yeniyi aldım kendime eskiyi diye.
'Perihan bak bu ağaç , orta sehpamız da böyle 'dedim.
'Zaten o'nu zor kapatıyordum örtülerle ' dedi ...
Tam bundan 1 hafta önce de benim için aynı üzüntüyü kayınvalidem yaşadı.
Salonda eskitme taş yıkama bir pathwork halı var şu an, yılbaşında aldım.
Halı turkuaz rengi salon ise bej , camel tonlarında...

'İnşallah borçlarınız biter eliniz açılır da doğru düzgün yenir bir halı alırsınız üzülme olur yavaş yavaş ' dedi.
Eve yeni ne soksam , insanlar bana acıyor :)
Eskiiiiler aliiiiyorrrrruuuummmmmmm.......
Bu arada eski tv altlığımız temizlik perimiz Perihan'a gitti.
Eski olmakta tüketim toplumu zavallısı bir çiftiz kocamlan :) 3 yıllıktı...
Aldığımız yeni ürün, eskitme ağaç..
Borusan Lojistik'in görevlileri pat patları söktüğünde Perihan'ın gözleri dehşetle açıldı.
Resmen bu yanlış olmuş geri gönderin dememi bekledi.
Adamlar gittikten sonra tutamadı kendini.
'Bu mobilya eski değil mi ablacım bana verdiğin daha yeniydi'.
O kadar üzüldü ki; o'na verdim yeniyi aldım kendime eskiyi diye.
'Perihan bak bu ağaç , orta sehpamız da böyle 'dedim.
'Zaten o'nu zor kapatıyordum örtülerle ' dedi ...
Tam bundan 1 hafta önce de benim için aynı üzüntüyü kayınvalidem yaşadı.
Salonda eskitme taş yıkama bir pathwork halı var şu an, yılbaşında aldım.
Halı turkuaz rengi salon ise bej , camel tonlarında...
'İnşallah borçlarınız biter eliniz açılır da doğru düzgün yenir bir halı alırsınız üzülme olur yavaş yavaş ' dedi.
Eve yeni ne soksam , insanlar bana acıyor :)
Eskiiiiler aliiiiyorrrrruuuummmmmmm.......
KIVANÇ DİLEMMASI :)
Popüler kültür esaretinde, aldığım felsefe eğitiminin vizyonu ve çıktığım koçluk yolculuğunun içimde yarattığı değişimin naçar canlısı olarak hayatta ve ayakta durmaya çalışıyorum...
Çok yakınımda olanların dışında bu cümleyi anlamaları zor , kabul ediyorum.
Şu ki ; ruhumu beslemeyecek herşeyi red ettiğim bir dönemdeyim.
Bu isterse işimin gerekliliği olsun, isterse bir arkadaşımın başlattığı dialog , isterse herhangi bir rolümden kaynaklı sorumluluk.
Yaptığım beni ve şartlarımı zorlayacak da olsa beni beslemeli...
Bu da bu yaşın olayı ...
İşte bu noktada DİZİ izlerken yaşadığım sıkışma meydana geliyor.
Yetenekli insanlara saygım sonsuz.
Kaliteli işler nutkumu tutulmasın sebep...
Kimse yadsıyamaz KIVANÇ çok ama çok yetenekli bi çocuk.
Beni belki sarışınlığındandır zerre kadar baklavaları manken olmasına sebep şeker tipi ve mavi gözleri asla heyecanlandırmıyor.
Aşk-ı Memnu'dan hemen sonra EZEL'de büründüğü rolün ardından KUZEY'de patladı.
Her hafta ne yaşatır kim bilir diye izlemekten kendimi alıkoyamıyorum...
Ya şarkı söylüyor ya çocuk gibi seviniyor ya hayal kırıklığına uğruyor ama tam da ne ise 'o' oluyor...
Bu sezon ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ'ye bile karşı koydum yeter duygu sömürüsü diye ...
Ama tüm olumsuz duyguları bir araya getirelim de bir insanların canını yakalım diye oluşturulmuş senaryoya sırf Kıvanç'ın yeteneğinden kendimi alıkoyamadığım için vazgeçemiyorum.
Bu dizide aldatılma, evlat kayırma, kardeş vicdansızlığı, sevmek bir araya gelememek, tuzak kurmak, düşmanlık, adilik gibi eski Mısır'da karşılığı olmayan OLUMSUZ kelimelerin hepsi vücut buluyor.
Bu senaryonun zihnimi kirletmesini istemiyorum.
Olumsuz duyguları körükleme sürecinin esiri olmamalıyım.
Ama ben bu çocuğu nerede izleyeceğim o zaman...
Nasıl şahidi olacağım oyunculuktaki gelişiminin ?
O yüzden kötünün de kötüsü var ama üzülmeyin hepsi buradaya şahit olmaya devam...:(
Çok yakınımda olanların dışında bu cümleyi anlamaları zor , kabul ediyorum.
Şu ki ; ruhumu beslemeyecek herşeyi red ettiğim bir dönemdeyim.
Bu isterse işimin gerekliliği olsun, isterse bir arkadaşımın başlattığı dialog , isterse herhangi bir rolümden kaynaklı sorumluluk.
Yaptığım beni ve şartlarımı zorlayacak da olsa beni beslemeli...
Bu da bu yaşın olayı ...
İşte bu noktada DİZİ izlerken yaşadığım sıkışma meydana geliyor.
Yetenekli insanlara saygım sonsuz.
Kaliteli işler nutkumu tutulmasın sebep...
Kimse yadsıyamaz KIVANÇ çok ama çok yetenekli bi çocuk.
Beni belki sarışınlığındandır zerre kadar baklavaları manken olmasına sebep şeker tipi ve mavi gözleri asla heyecanlandırmıyor.
Aşk-ı Memnu'dan hemen sonra EZEL'de büründüğü rolün ardından KUZEY'de patladı.
Her hafta ne yaşatır kim bilir diye izlemekten kendimi alıkoyamıyorum...
Ya şarkı söylüyor ya çocuk gibi seviniyor ya hayal kırıklığına uğruyor ama tam da ne ise 'o' oluyor...
Bu sezon ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ'ye bile karşı koydum yeter duygu sömürüsü diye ...
Ama tüm olumsuz duyguları bir araya getirelim de bir insanların canını yakalım diye oluşturulmuş senaryoya sırf Kıvanç'ın yeteneğinden kendimi alıkoyamadığım için vazgeçemiyorum.
Bu dizide aldatılma, evlat kayırma, kardeş vicdansızlığı, sevmek bir araya gelememek, tuzak kurmak, düşmanlık, adilik gibi eski Mısır'da karşılığı olmayan OLUMSUZ kelimelerin hepsi vücut buluyor.
Bu senaryonun zihnimi kirletmesini istemiyorum.
Olumsuz duyguları körükleme sürecinin esiri olmamalıyım.
Ama ben bu çocuğu nerede izleyeceğim o zaman...
Nasıl şahidi olacağım oyunculuktaki gelişiminin ?
O yüzden kötünün de kötüsü var ama üzülmeyin hepsi buradaya şahit olmaya devam...:(
REMBRANDT ve ÇAĞDAŞLARI...
Çok sergi adabı ile yetişmedim ama resimlere dokunulmaması gerektiğini öğrenmişim bir yerde.
Bugün bu bilgiyle mücadele ederken yakaladım kendini.
Çünkü portresi çizilmiş olan kadının elbisesi gerçekten plileri ile orada duran bir kadife olmaya o kadar yakın ki...
Zihnim bana oyun mu oynuyor bir de dokunsal olarak kontrol etmeliyim güdüsü yaratıyor.
Flaş ; yağlı boya tabloya zarar veriyor bildiğim kadarı ile resmini çekemedim ama o resmi umarım internette bulurum ...

Her resmin hikayesini dinlemek önünde öylece durasım vardı.
Yine saatler, kısıtlı zamanlar, köprü gerçeği evde bekleyen çocuk, dinlendirilmesi ve ayıp edilmemesi gereken anne konuları yüzünden hakettikleri vakti ayıramadım ama 1 saatliğine dünyadan koptum mu? koptum...
Bir de bugün şunu anladım yurt dışında koştur koştur müzelere gittiğimizde aklımda hep gidilecek yeni yer yetişilmesi gereken öteki program oluyor.
Yani benim için öyle.
Bugün 1 saatti ama tam bir kopuştu.
Hollanda'ya kadar uzandım döndüm.
Resimlerin hikayesi resimlerle o dönemi o ülkeyi yaşamak ne kadar kutsal ?
Ve ne kadar gerçek...
Yorumları dinledikçe , Cengiz Hoca geldi aklıma ?
Nereden Biliyorsun ?
Felsefe 1. sınıfta ilk öğrettiği şeydir.
Nereden Biliyorsun ?
Bir Sanat Eserinin şu ya da bunu anlattığını iddia etmek tam böyle birşey...
Belki de olgunlaştıkça dinlememek sadece o ressamın zihnine kendi zihninle girip serbest kalmak en doğrusudur.
Daha o kadar KANT'ın KENDİNDE ŞEY ( DING AN SICH ) * noktasında değilim ...
Merak ediyorum, dinliyorum...
Enfesler....
Tablolar enfesler....
Gitmek , bakmak, zaman yaratmak, içine girmek, yaşamak ; ressamı kendi imgelerinde yaşatmak lazım..
*duyularin dünyadan gelen mesajlari almaya yarayan araçlar oldugu, basit alginin etki ile tepki arasindaki bire-bir sürekli bir baglanma iliskisinden dogdugu varsayimi hem öznelciligin hem de nesnelciligin dayandigi davranisçi bir varsayimdir .
Bugün bu bilgiyle mücadele ederken yakaladım kendini.
Çünkü portresi çizilmiş olan kadının elbisesi gerçekten plileri ile orada duran bir kadife olmaya o kadar yakın ki...
Zihnim bana oyun mu oynuyor bir de dokunsal olarak kontrol etmeliyim güdüsü yaratıyor.
Flaş ; yağlı boya tabloya zarar veriyor bildiğim kadarı ile resmini çekemedim ama o resmi umarım internette bulurum ...
Her resmin hikayesini dinlemek önünde öylece durasım vardı.
Yine saatler, kısıtlı zamanlar, köprü gerçeği evde bekleyen çocuk, dinlendirilmesi ve ayıp edilmemesi gereken anne konuları yüzünden hakettikleri vakti ayıramadım ama 1 saatliğine dünyadan koptum mu? koptum...
Bir de bugün şunu anladım yurt dışında koştur koştur müzelere gittiğimizde aklımda hep gidilecek yeni yer yetişilmesi gereken öteki program oluyor.
Yani benim için öyle.
Bugün 1 saatti ama tam bir kopuştu.
Hollanda'ya kadar uzandım döndüm.
Resimlerin hikayesi resimlerle o dönemi o ülkeyi yaşamak ne kadar kutsal ?
Ve ne kadar gerçek...
Yorumları dinledikçe , Cengiz Hoca geldi aklıma ?
Nereden Biliyorsun ?
Felsefe 1. sınıfta ilk öğrettiği şeydir.
Nereden Biliyorsun ?
Bir Sanat Eserinin şu ya da bunu anlattığını iddia etmek tam böyle birşey...
Belki de olgunlaştıkça dinlememek sadece o ressamın zihnine kendi zihninle girip serbest kalmak en doğrusudur.
Daha o kadar KANT'ın KENDİNDE ŞEY ( DING AN SICH ) * noktasında değilim ...
Merak ediyorum, dinliyorum...
Enfesler....
Tablolar enfesler....
Gitmek , bakmak, zaman yaratmak, içine girmek, yaşamak ; ressamı kendi imgelerinde yaşatmak lazım..
*duyularin dünyadan gelen mesajlari almaya yarayan araçlar oldugu, basit alginin etki ile tepki arasindaki bire-bir sürekli bir baglanma iliskisinden dogdugu varsayimi hem öznelciligin hem de nesnelciligin dayandigi davranisçi bir varsayimdir .
AĞAOĞLU MY HAREM ....
Törpülene , esneye bir yerlere geldim , geldim de şu değerler feci iş.
Dokundu mu yanıyorsun kardeşim işte?
Bu meyanda ben bu evimin dört yanı inşaatları ile çevrildiğinden her sabah her akşam ismini okumak zorunda kaldığım AĞAOĞLU'na çılgınca bileniyorum.
Geçen sabah gazeteyi açtığımda Petek ERTÜRE ile otelinde konukları ağırlamıştı.
Tam 1 gün sonra Petek ERTÜRE'den ayrılmış Rus sevgilisi ile İstinye Park'ta , 'parası mühim değil beğensin yeter' açıklaması ile araba seçiyordu.
Ben de bu adam nerden baksan 55 yaşında bu kızcağızlar 25 falan nasıl oluyor aman bana ne diyordum ...Buraya kadar normaldi.
Sonra Milliyet Gazetesini açtım ki ; hep nikahlı eşime karşı mahcubiyet hissettim başlıklı tam sayfa röportajı ile karşılaştım.
Kendileri bu röportajı evli olmadığı ama 4 yaşındaki oğlunun annesi olan satış müdürü olan nikahsız eşinin evinde veriyor. Bu nikahsız eş ile Altunizade'de yaşıyor.
Ama mahcubiyet hissettiği eşi ile Ataşehir'de de evi var.
Bir de parası mühim değil denilen Rus sevgili var.
Bunu da matah birşey gibi anlattığı bir röportaj.
Yasak değil mi bu ?
Bu nasıl bir harem pazarlaması ?
Bu nasıl bir örnek insan ki , üniversitelere gidiyor gençlere örnek oluyor ?
Nerede Ahlak ?
Ahlağın başladığı yer neresi...
Muhtemelen iyi bir medya satınalması sistemi var, her hareketi pazarlanıyor evleri de daha iyi satılıyor.
Hatırlarsanız Acarkent'in yeni yapıldığı sırada Erdal ACAR ve aşkları 1. gündemiydi magazinin.
Acarkent doldu Erdal ACAR , Emel ACAR'ın biricik eşi olarak kendisine mağazalar satın alıyor.
Keşke özenilenler bunlar olmasa.
Bu adam cömertse atıyorum bu yanı anlatılsa.
Tam da ayıp denen bir yaşam LÜKS ve BAŞARI gibi takdim edilmese...
Dokundu mu yanıyorsun kardeşim işte?
Bu meyanda ben bu evimin dört yanı inşaatları ile çevrildiğinden her sabah her akşam ismini okumak zorunda kaldığım AĞAOĞLU'na çılgınca bileniyorum.
Geçen sabah gazeteyi açtığımda Petek ERTÜRE ile otelinde konukları ağırlamıştı.
Tam 1 gün sonra Petek ERTÜRE'den ayrılmış Rus sevgilisi ile İstinye Park'ta , 'parası mühim değil beğensin yeter' açıklaması ile araba seçiyordu.
Ben de bu adam nerden baksan 55 yaşında bu kızcağızlar 25 falan nasıl oluyor aman bana ne diyordum ...Buraya kadar normaldi.
Sonra Milliyet Gazetesini açtım ki ; hep nikahlı eşime karşı mahcubiyet hissettim başlıklı tam sayfa röportajı ile karşılaştım.
Kendileri bu röportajı evli olmadığı ama 4 yaşındaki oğlunun annesi olan satış müdürü olan nikahsız eşinin evinde veriyor. Bu nikahsız eş ile Altunizade'de yaşıyor.
Ama mahcubiyet hissettiği eşi ile Ataşehir'de de evi var.
Bir de parası mühim değil denilen Rus sevgili var.
Bunu da matah birşey gibi anlattığı bir röportaj.
Yasak değil mi bu ?
Bu nasıl bir harem pazarlaması ?
Bu nasıl bir örnek insan ki , üniversitelere gidiyor gençlere örnek oluyor ?
Nerede Ahlak ?
Ahlağın başladığı yer neresi...
Muhtemelen iyi bir medya satınalması sistemi var, her hareketi pazarlanıyor evleri de daha iyi satılıyor.
Hatırlarsanız Acarkent'in yeni yapıldığı sırada Erdal ACAR ve aşkları 1. gündemiydi magazinin.
Acarkent doldu Erdal ACAR , Emel ACAR'ın biricik eşi olarak kendisine mağazalar satın alıyor.
Keşke özenilenler bunlar olmasa.
Bu adam cömertse atıyorum bu yanı anlatılsa.
Tam da ayıp denen bir yaşam LÜKS ve BAŞARI gibi takdim edilmese...
SİZİN İSTANBUL BEYEFENDİNİZ KİM ?
Sordu bana partnerim 'orada ne var' diye ?
Cıvıldayarak cevap verdim , her ctesi annem beni tiyatroya götürüyor...
Nasıl birden Harbiye Muhsin Ertuğrul'a şimdiki adı sanatçılar parkı olan parkın merdivenlerinden kırmızı ekoseli eteğimle saçlarım iki yanda kuyruk koşa eğlene gidesim gözümde canlanıverdi.
Tiyatro benim için büyülü bir aşk...
Aşklarını bıraktıkça insan hayatı yavanlaşıyor.
Hepsini hatırlamak hepsini katmak lazım yeniden.
Unutuluyor çünkü. Ya da verdiği o haz unutuluyor.
Böyle demişken Genco ERKAL hem de BERTOLT BRECHT'i oynamaya ayağımın dibine Kozzy'e kadar gelmedi mi?
Annemle gittik.
Tam olarak duygum neydi biliyor musunuz ?
Nefes aldım...
Bollaştım , ruhen bolllaştım...
Tiyatroyu hep böyle adamlar yapsın.
Hep böyle bir adanmışlıkla yapılsın.
Burası benim mahremim; oluversinciler olmasın, bu sahaya dokunmasın.
TÜLAY GÜNAL muhteşemdi, dilim tutuluyor, alkışım ellerim minicik kalıyor sanatçı karşısında.
Metinlerin adaptasyonu ve geçişi harikaydı.
Beni öyle bıraksalar onlar bir daha oynasalar bir daha oynasalar ben de ezberlesem.
İçimde böyle okyanusta surf yapanların coşkusu ile çıktım 1,5 saatlik keyiften....
Babamın Nişantaşındaki kırtasiyesinin karşısında yaşardı kızı ile Genco ERKAL.
Dükkana girdiği anda ben küçük bir kız çocuğuyken sesinin tüm dialoglara hakimiyeti kulağımı kamaştırırdı.
Diyelim ; dosya kağıdı istiyor , sanırsınız tirad okuyor.
O zamanlar İstanbul Beyefendisi kavramım benim için oydu.
İstanbul Beyefendisini '0' sanırdım.
Bazen çocukluk kahramanlarınız , kavramlarınızın hakkını veremez.
Ben o'nu 5 yaşında keşfettim , şimdi 33 yaşındayım, 28 yıldır kendisi benim , yetenekli , azimli, yenilmez İstanbul Beyefendimdir.
İyi ki varsın tiyatro, iyi ki kendine bu kadar iyi baktın Genco ERKAL....
Yaşattığınız için minnettarım...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)