21 Ağustos 2011 Pazar

BEN İLK NE ZAMAN BÜYÜDÜM?

Lise 2'nin yazı başlamak üzereydi. Gülnur ve ben babamın İletişim Fakültesindeki kontaklarının sayesinde ALİ KIRCA'nın yanında staj yapmak için AYŞENUR ARSLAN'dan randevu almıştık. Nişantaşında okuyup orada oturan benim için yolculuk çok uzundu. Hayal meyal bir bakırköy aktarması sahnesi var kafamda. Randevumuz saat 13.30'daydı biz neredeyse 10.30 gibi yola düşmüştük. Bir şekilde ATV - SABAH HALKALI binasının kapısında bulduk kendimizi. Hava sıcaktı, güzeldi. Biz umut doluyduk. Bina o kadar büyük ve gösterişli, yol o kadar uzun, bundan yaklaşık 20 yıl önce o bölgeye ulaşım o kadar zordu ki, ulaşılması zor olan her hedef gibi 15 yaşındaki bizler her an daha da istekli ve motiveydik.
Danışma bize baktı, staj için görüşmeye geldiğimizi söylediğimizde şaşkınca süzdü. Evet o güne kadar çok küçüktük... Bir şekilde aradaki kontak olan Bülent Ağbinin ismini verince bizi aşağıya restauranta aldılar ve bizi orada bulacaklarını söylediler.
Nişantaşı- Beşiktaş- Şişli üçgeninde büyüyen ben ilk kez sınırların dışında ve ilk kez bir şirketin içindeydim ve hayatımdaki en büyük restaurantı, tanıdığım pek çok ünlüyü hatta kuaförün önünden geçerken saç baş dağınık hallerini görüyordum.
Çok mutluydum. Gülnur ve ben New York'a düşen şirinler gibiydik.
Kendimizi oyalayabileceğimiz pek çok şey vardı ve iyi ki vardı , çünkü orada unutulduk. Hem de mesai bitimine kadar...
O dönem henüz cep telefonu olmadığından olsa da bizde olmadığında o koca binada kalakaldık.
O gün insanları bekletmemekle ilgili çok iyi bir ders almıştım.
O gün mağdur olmamak için sessizce sıranın gelmesini beklemenin faydasız olduğunu anlamıştım.
O gün çok ünlü ve entellektüel insanların hayalimden farklı olduğunu öğrenmiştim.
O gün dış dünyayı, iş hayatını, medyanın bana ve değerlerime göre olmadığını yaşayarak görmüştüm.
O gün saçı yapılan haber spikerlerinin çok kısa boylu olduklarını farketmiştim.
O gün ağbi gibi amca gibi gördüğüm televizyoncuların çapkın bakışlarını anlamlandıramamıştım.
Dönüş saatimizde bir otobana tırmandığımızı yaşadığımız hayal kırıklığı ile ve hava kararırken korku içinde  uzaklaşmak isterken geçen ilk araca -minibüse bindiğimizi o minibüsün Topkapı'ya gittiğini hatırlıyorum.
Beynimde o günden beri Topkapı ; Çin'den bile çok insanın yaşadığı bir ortadoğu kasabasıdır. Önümüzden arabesk müziğin doruğunu yaşayarak geçen seyyar satıcıdan kimlik ve ehliyet kaplamak diye bir iş olduğunu ve bir kadın sesi ile bunun sürekli anons edilerek yapıldığını öğrendiğim anı hatırlıyorum.
O gün kullanımış takım elbise satıldığını görmüştüm....
Hava karardığında Mecidiyeköy'e giden bir otobüsteydik. Yine o günden beri otobüslerin minibüslere göre çok daha güvenilir olduğuna dair bir inanç oluşturmuştum. Ana duraklardan otobüse binme adetini o gün edinmiştim.
O gün beni yaşadığımız habitat üçgeninden çıkartmadan büyüten babamın gerçekten başım sıkışsa bana ulaşamayacağı beni ancak benin koruyabileceğim gerçeği ile tanışmıştım.
O gün televizyoncu haberci gazeteci olma hayallerimi gömmüş kendimi anneme anlatırken benim o'nun hayatında sadece bir parça olduğumu fark etmiştim. Beni dinliyor ama benim gibi yıkılmıyor, kızmıyordu...
O gün ki; yolları unutmadım.
O gün ciddi bir yol katettim.
O gün belki de ilk kez büyümüştüm...
O günden sonra hep kendimi yaşımdan daha büyük hissettim....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder