İstanbul'a kar yağacağını bilmiyorduk malum belli olmaz Kartalkaya'ya gittik.
2 tam gün geçirdik, yetti de arttı.
Neden? Kaymıyorum çünkü...
Ve kaymıyorsanız Kartalkaya'da yapacak hiçbirşey yok.
Cezalı gibi.
Otel odası karda yorulup bayılarak uyuyacak şekilde organize edilmiş.
BİBER açılmış otelden kaymıyorsan yürümen azap...
Korkunç bir tünel var, kapadokya mağaralarının çirkin olanı...
2 tam günüm kaanı giydirmek ve soymakla geçti.
Otelin önü öyle bir rüzgar ki, Kaanla oynayabileceğimiz alan bile milimetrik.
Öğrenmiş oldum 4 yaş öncesi kayak dersi de vermiyorlar çocuklara.
Bizi lapa lapa kar yapmış bir Abant paklarmış..
Ama artık eskisi gibi değilim ucunda çok büyük bir havuç yoksa yol yapmak, yer değiştirmek darıyor artık beni...
Duralım ha burada böyle duralım...
Kayanlara da imreniyorum ama kendimi hiç yorasım yok.
Bir an geliyor hadi öğren şunu diyorum kendime hemen cayıyorum.
Soğuk bana göre değil belki de...
Seyreylemek kafi...
Bir de gitmesi 4.5 saat, gelmesi 4.5 saat.
Hemen aklıma Valencia'ya giderim bu kadar saatte diye bir seçenek geliyor...
Heh eşek ne anlar hoşaftan belki Kartalkaya benim neyime ?
29 Ocak 2012 Pazar
yaşlılara yer yok ...
bu film oscar aldığında ve izlemeye gittiğimizde ismi ile konusu arasındaki bağlantısızlıktan gülme krizi geçirmiştik...
ben de alakasız bir yazıya başlık yaptım...
Asıl merak ettiğim yaşlılar niye sinirli ?
resmen çoğunluğu kızgın...
ben ne yaptım size diye sorası oluyor insanın...
ömür azaldıkça yapılamayanların oluşturduğu baskı mı onları böyle yapan...
yoksa insanın kendi sisteminin idaresi dışına çıktığını fark etmesi mi kızgınlıklarını körükleyen..
alışveriş yaparken kasiyeri azarlıyorlar...
trafikte hem hata yapıyorlar hem de hataya tahammülleri olmuyor...
uzatıyorlar da uzatıyorlar...
en son Boyner Mağaza Müdürü yaşlı bir kadın yüzünden 30-40 müşterinin karşısında ağlamasını zor tuttu.
Promosyon olan ürün kasada çıkmıyor vay efendim Merkez Bankasında yazılım yapmış teyze.
Mağaza Müdürünün zekası onun 20 yıl önce yaptıklarını anlamaya yetmezmiş...
Sıradaki herkese tek tek yaşadığını gergin bir sesle anlatıyor.
Sonra nerede olursa olsun öne geçmek istiyorlar.
Fiziksel dayanıksızlık anlaşılır birşey bir diyeceğim yok ama be amcacım neden işe giden insanın en vıyvıylı kaygılı saatinde tüm günün boşken fatura ödemeye gelirsin?
Bin tane örnek veririm size , kuaförlerin de canına okuyorlar.
1 tane haber okuyorlar kırk yıllık istatistiklere inanmaz oluyorlar.
herkesin potansiyel suçlu olduğunu ve kandırıldıklarını düşünüyorlar.
Niye hayatı kendilerine zehir ediyorlar?
çok dikkat ediyorum, anlamaya çalışıyorum ama anlam veremiyorum.
Saygı bekliyorlar tamam haklılar da o kadar sevgisiz bakıyorlar ki sanırsınız yıllarınızı üzerine basarak geçirmişsiniz farkında değilsiniz...
korkuyorum bir gün hepsinin faturası birinin asabiliğiyle ödenecek tanımadığım yaşlı ve kötü kötü bakan adama ben de yılların hesabını soracağım...
bunu benden başka fark eden var mı acaba?
oysa ki daha tonton daha komik daha rahat olmaları gerekmez mi?
destek versek toplumca bir mutlu olsalar...
Rehabilite etsek...
Ne yapılabilir acaba?
bizim de önümüzde yaa bak ne tatlı geçiyor insanın yaşlılığı gibi bir resim çıksa da ulan ne olacak böyle öfke küpüne mi döneceğim gibi bir soru ortadan kalksa...
sakin biraz sakin diyesim var...
bir de kimse için birşey yapmayıp saygı, sevgi, vefa , minnet beklemek de neyin nesi ?
sorsan oğlunun işini , gelinin yaşını, torununun kaça gittiğini bilmez kendi dışlar yeni büyüyen hayatları sonra da hayatın dışında bırakıldığı için söylenir...
nasıl konu bu noktaya geliyor meraktayım...
insan seviyorum ama yaşlı ya da genç huysuz insanlar kendilerini tamir etsinler, arızalılar çünkü...
ben de alakasız bir yazıya başlık yaptım...
Asıl merak ettiğim yaşlılar niye sinirli ?
resmen çoğunluğu kızgın...
ben ne yaptım size diye sorası oluyor insanın...
ömür azaldıkça yapılamayanların oluşturduğu baskı mı onları böyle yapan...
yoksa insanın kendi sisteminin idaresi dışına çıktığını fark etmesi mi kızgınlıklarını körükleyen..
alışveriş yaparken kasiyeri azarlıyorlar...
trafikte hem hata yapıyorlar hem de hataya tahammülleri olmuyor...
uzatıyorlar da uzatıyorlar...
en son Boyner Mağaza Müdürü yaşlı bir kadın yüzünden 30-40 müşterinin karşısında ağlamasını zor tuttu.
Promosyon olan ürün kasada çıkmıyor vay efendim Merkez Bankasında yazılım yapmış teyze.
Mağaza Müdürünün zekası onun 20 yıl önce yaptıklarını anlamaya yetmezmiş...
Sıradaki herkese tek tek yaşadığını gergin bir sesle anlatıyor.
Sonra nerede olursa olsun öne geçmek istiyorlar.
Fiziksel dayanıksızlık anlaşılır birşey bir diyeceğim yok ama be amcacım neden işe giden insanın en vıyvıylı kaygılı saatinde tüm günün boşken fatura ödemeye gelirsin?
Bin tane örnek veririm size , kuaförlerin de canına okuyorlar.
1 tane haber okuyorlar kırk yıllık istatistiklere inanmaz oluyorlar.
herkesin potansiyel suçlu olduğunu ve kandırıldıklarını düşünüyorlar.
Niye hayatı kendilerine zehir ediyorlar?
çok dikkat ediyorum, anlamaya çalışıyorum ama anlam veremiyorum.
Saygı bekliyorlar tamam haklılar da o kadar sevgisiz bakıyorlar ki sanırsınız yıllarınızı üzerine basarak geçirmişsiniz farkında değilsiniz...
korkuyorum bir gün hepsinin faturası birinin asabiliğiyle ödenecek tanımadığım yaşlı ve kötü kötü bakan adama ben de yılların hesabını soracağım...
bunu benden başka fark eden var mı acaba?
oysa ki daha tonton daha komik daha rahat olmaları gerekmez mi?
destek versek toplumca bir mutlu olsalar...
Rehabilite etsek...
Ne yapılabilir acaba?
bizim de önümüzde yaa bak ne tatlı geçiyor insanın yaşlılığı gibi bir resim çıksa da ulan ne olacak böyle öfke küpüne mi döneceğim gibi bir soru ortadan kalksa...
sakin biraz sakin diyesim var...
bir de kimse için birşey yapmayıp saygı, sevgi, vefa , minnet beklemek de neyin nesi ?
sorsan oğlunun işini , gelinin yaşını, torununun kaça gittiğini bilmez kendi dışlar yeni büyüyen hayatları sonra da hayatın dışında bırakıldığı için söylenir...
nasıl konu bu noktaya geliyor meraktayım...
insan seviyorum ama yaşlı ya da genç huysuz insanlar kendilerini tamir etsinler, arızalılar çünkü...
kendimle başbaşa kaldığım TEK sahne...
burasıdır BLOG....
yeni farkettim okunmak için yazılma alanı galiba BLOG....
benim içinse bambaşka bir amaca hizmet ediyor...
ulaşılabilir, partik, her zaman , her yerden, yıllardır kaybolan yazılar ilk kez kaybolmuyor....
BLOGGER olmak başka birşey ben BLOGGER olamam, olana da mani olmam ama hiçbir amacımla uyuşmuyor.
Mailler gelmeye başladı, blogunuzu tanıtın, kitlelere ulaştırın, buradan link verin , buradan zart zurt gibi.
Ben buraya yazdığımı bile toplasan 10 kişiye söylememişimdir ki, bir doğumgünü yapsam küçük birşey yapayım dediğimde çağrılacak 80 kişi çıkıyor nasıl eleyeceğimi sapıtıyorum.
Çok insanım var, iyi ki var ben yapıyorum ama konu yazmaksa çoğınluğu köşede dursunlar ...
Hayatımda o kadar çok fikir alıyorum ve dinliyorum ki;
evet burası benim kendimle kaldığım tek sahne kimseyi bu sahneye ortak edemeyeceğim...
Beni tanıyanlar ismimden bulamasın diye bu blogun ismi bile antin kuntin bişi...
Nuran hep senin sahnede olma isteğin var der ( iyi ki dedi bu arada bunu ben benim neyim var diyordum bu tanımla rahatladım ) ki doğrudur besledikce bu isteğimi ben daha bir tamamlanıyorum.
Ama burası başka biryer benim için.
Kimsenin yorumu beni yormuyor....
Yorumunu merak ettiklerime kendim soruyorum zati...
Zaten sanırım görsel emeği bir blog kadar değil bu adresin...
Ciddi emek verenler var buna ne iyi yapıyorlar...
Satırlar benim , hafıza benim , burası benim...
Sevgiler.....
yeni farkettim okunmak için yazılma alanı galiba BLOG....
benim içinse bambaşka bir amaca hizmet ediyor...
ulaşılabilir, partik, her zaman , her yerden, yıllardır kaybolan yazılar ilk kez kaybolmuyor....
BLOGGER olmak başka birşey ben BLOGGER olamam, olana da mani olmam ama hiçbir amacımla uyuşmuyor.
Mailler gelmeye başladı, blogunuzu tanıtın, kitlelere ulaştırın, buradan link verin , buradan zart zurt gibi.
Ben buraya yazdığımı bile toplasan 10 kişiye söylememişimdir ki, bir doğumgünü yapsam küçük birşey yapayım dediğimde çağrılacak 80 kişi çıkıyor nasıl eleyeceğimi sapıtıyorum.
Çok insanım var, iyi ki var ben yapıyorum ama konu yazmaksa çoğınluğu köşede dursunlar ...
Hayatımda o kadar çok fikir alıyorum ve dinliyorum ki;
evet burası benim kendimle kaldığım tek sahne kimseyi bu sahneye ortak edemeyeceğim...
Beni tanıyanlar ismimden bulamasın diye bu blogun ismi bile antin kuntin bişi...
Nuran hep senin sahnede olma isteğin var der ( iyi ki dedi bu arada bunu ben benim neyim var diyordum bu tanımla rahatladım ) ki doğrudur besledikce bu isteğimi ben daha bir tamamlanıyorum.
Ama burası başka biryer benim için.
Kimsenin yorumu beni yormuyor....
Yorumunu merak ettiklerime kendim soruyorum zati...
Zaten sanırım görsel emeği bir blog kadar değil bu adresin...
Ciddi emek verenler var buna ne iyi yapıyorlar...
Satırlar benim , hafıza benim , burası benim...
Sevgiler.....
çizgi filmler, dublaj ve şimdi de 3dime bandım....
çocukluğumdan beri çizgi film düşkünüyüm...
disney mantığına her daim hayranım....
coyotte'un önüne açılan yollardan donald'ın balinadan püsküren suda yatıp meyve kokteyli içmesine kadar kare kare hakimim konuya..
kermo ile hep çizgi film için sinemaya gitmişliğimiz çoktur...
çizgi film seslendirmeleri ise bence dünyanın en büyülü işi....
mehmet ali erbil'in en çok dublajlarının bağımlısıyım evet nortondan beri....
sungun babacan'a , koksal engür 'e en çok muppet showdan bağlandım...
biri çizgi film karakteri seslendirdiyse hayranlığım katlanıyor...
TV genelde hayatında olmadığı için sinemayı dört gözle bekliyor oğlum.
Ve hayatıma yeniden hızla ÇİZGİ SİNEMALAR ve dublajlar girdi.
Yekta Kopan ve Cem Yılmaz'ı Arabalarda dinledim ihya oldum...Harikalar....
Ve benim çocukluğumun çizgi sesi Sungun Neşeli Ayaklar'da bir çapkın Ramon tiplemesi döktürmüş ki, gidip elini öpesim var..
Çizmeli Kedi'nin sesi başlı başına bir tiyatral fenomen ...
Eminim zordur ama acayip bir tatmin olmalı...
Şimdi bu zevke 3D eklendi...
Şirinlerle New York'a gittiğime yemin edebilirim.
Alvin ve Sincaplar'la yeniden Cruise yapıp okyanusa düştüğüme....
Çizmeli Kedi ile İspanya sokaklarında damlardan uçtuğuma...
En son kendimi Neşeli Ayaklardan çıkarken Kaan'ı 5 kat giydirirken buldum , 2 saattir kutuplardaydık çünkü :)
Bu nasıl bir doyumdur hey Tanrım...
Emeği geçen her kaleme her zihne müteşekkirim.
Yaratan, düşünen, çizen , şarkısını söyleyen , yazan , hayal eden , konuşturan , para harcayıp bu hale getiren...
disney mantığına her daim hayranım....
coyotte'un önüne açılan yollardan donald'ın balinadan püsküren suda yatıp meyve kokteyli içmesine kadar kare kare hakimim konuya..
kermo ile hep çizgi film için sinemaya gitmişliğimiz çoktur...
çizgi film seslendirmeleri ise bence dünyanın en büyülü işi....
mehmet ali erbil'in en çok dublajlarının bağımlısıyım evet nortondan beri....
sungun babacan'a , koksal engür 'e en çok muppet showdan bağlandım...
biri çizgi film karakteri seslendirdiyse hayranlığım katlanıyor...
TV genelde hayatında olmadığı için sinemayı dört gözle bekliyor oğlum.
Ve hayatıma yeniden hızla ÇİZGİ SİNEMALAR ve dublajlar girdi.
Yekta Kopan ve Cem Yılmaz'ı Arabalarda dinledim ihya oldum...Harikalar....
Ve benim çocukluğumun çizgi sesi Sungun Neşeli Ayaklar'da bir çapkın Ramon tiplemesi döktürmüş ki, gidip elini öpesim var..
Çizmeli Kedi'nin sesi başlı başına bir tiyatral fenomen ...
Eminim zordur ama acayip bir tatmin olmalı...
Şimdi bu zevke 3D eklendi...
Şirinlerle New York'a gittiğime yemin edebilirim.
Alvin ve Sincaplar'la yeniden Cruise yapıp okyanusa düştüğüme....
Çizmeli Kedi ile İspanya sokaklarında damlardan uçtuğuma...
En son kendimi Neşeli Ayaklardan çıkarken Kaan'ı 5 kat giydirirken buldum , 2 saattir kutuplardaydık çünkü :)
Bu nasıl bir doyumdur hey Tanrım...
Emeği geçen her kaleme her zihne müteşekkirim.
Yaratan, düşünen, çizen , şarkısını söyleyen , yazan , hayal eden , konuşturan , para harcayıp bu hale getiren...
ESKİ PAZARLAR...
ben çocukken ritüellerimiz vardı.
pazar sabahları babam 05.45 gibi uyanır beni öpe öpe uyandırır, giydirir.
kumkapı balık haline giderdik....
bir kasa balık alır, balıkçıları seyrederdik...
babam sabahın köründe nohutlu pilav yerdi ben şaşkınlıktan küçük dilimi yutardım.
balığımızı alır ve beşiktaşa gelirdik ki saat saha 07.30 anca olmuş olurdu.
şarküteri gezerdik.
sucuk, pastırma , macar salam , kaşar, bal ve kaymak alırdık.
Bir de 2 sıcak ekmek.
08.00 gibi evimizde olurduk ve sofrayı hazırlar 08.30 gibi annemi uyandırırdık...
Hiç acıkmazdım ...
Her daim toktum.
1 zeytin ve 1 dilim ekmeğin 3'te 1 'i ki ben bunun adına me diyordum kuzuya benziyordu ekmek bu şekilde çünkü yeterdi.
Sanırım koku, görüntü , ses o kadar doyardım ki, ruhum doyardı benim...
Ruhum toktu, babam sayesinde...
Kahvaltıdan sonra 11.00'da western sineması başlar annem kahvaltıyı kaldırır babam kovboyları izlerdi.
Bana çok sıkıcı gelirdi ve kızardım .
Çünkü babam yüzünden uçan kaz norton'u kaçırırdım o ise tam zamanında sinemasını izlerdi.
Kovboy filmi yerine HERBY olsun isterdim o'nu severdim...
Kahvaltı geç bittiği için geç acıkırdık ve babam balıkları yapardı. 16.00-17.00 gibi balık yerdik...
Her pazar....
4 yaşımdan 11 yaşıma kadar her pazar.
Kalan balıkları da dağıtırdı babam, komşulara, babaannemlere falan ....
Balık yoksa gidemediysek UYKULUK günüydü pazar.
Babam UYKULUK yapardı ben yürek ve uykuluk çok severdim.
O kadar severdim ki; 1 tane yerdim :)
Tabii ki yediğim ölçü annemi ve babamı tatmin etmezdi.
Her halukarda pazarları babam her daim hareket halindeydi.
Ben çok yorulurdum o'nun enerjisinden.
Bir kere çok erken kalkardık ve tüm gün uykulu olurdum...
Babam off be kızım ada eşşeği gibisin derdi oysa ki çok uykum vardı ...
Bunların bittiği yıllar benim zaten aklımın dış dünyaya kaçtığı yıllar olduğu için benim eski pazarlar fotoğrafım bu...
Şimdi bana birşeylerin eksik gelmesi çok normal...
Babam bu enerjiyi tüketmeden aynı babalığı gibi bir dede olsaydı diye düşündüm bugün.
Kaanı alsa balık pazarına götürse, kahvaltılıklarla gelse...
Tuhaf çok tuhaf...
Kimse size kendini alıştırdığı gibi kalmıyor...
Siz talep etmeden birşeyler yaratıyor ve ve kah canı sıkılıyor kah hayat sıkıyor bırakıveriyor...
Kalanlarla yetinmeyi öğrenmek zaman alıyor...
Zaman işte o yüzden herşeyin ilacı...
İlaç ama tedavi edici değil.
Uyuşturucu bir ilaç..
pazar sabahları babam 05.45 gibi uyanır beni öpe öpe uyandırır, giydirir.
kumkapı balık haline giderdik....
bir kasa balık alır, balıkçıları seyrederdik...
babam sabahın köründe nohutlu pilav yerdi ben şaşkınlıktan küçük dilimi yutardım.
balığımızı alır ve beşiktaşa gelirdik ki saat saha 07.30 anca olmuş olurdu.
şarküteri gezerdik.
sucuk, pastırma , macar salam , kaşar, bal ve kaymak alırdık.
Bir de 2 sıcak ekmek.
08.00 gibi evimizde olurduk ve sofrayı hazırlar 08.30 gibi annemi uyandırırdık...
Hiç acıkmazdım ...
Her daim toktum.
1 zeytin ve 1 dilim ekmeğin 3'te 1 'i ki ben bunun adına me diyordum kuzuya benziyordu ekmek bu şekilde çünkü yeterdi.
Sanırım koku, görüntü , ses o kadar doyardım ki, ruhum doyardı benim...
Ruhum toktu, babam sayesinde...
Kahvaltıdan sonra 11.00'da western sineması başlar annem kahvaltıyı kaldırır babam kovboyları izlerdi.
Bana çok sıkıcı gelirdi ve kızardım .
Çünkü babam yüzünden uçan kaz norton'u kaçırırdım o ise tam zamanında sinemasını izlerdi.
Kovboy filmi yerine HERBY olsun isterdim o'nu severdim...
Kahvaltı geç bittiği için geç acıkırdık ve babam balıkları yapardı. 16.00-17.00 gibi balık yerdik...
Her pazar....
4 yaşımdan 11 yaşıma kadar her pazar.
Kalan balıkları da dağıtırdı babam, komşulara, babaannemlere falan ....
Balık yoksa gidemediysek UYKULUK günüydü pazar.
Babam UYKULUK yapardı ben yürek ve uykuluk çok severdim.
O kadar severdim ki; 1 tane yerdim :)
Tabii ki yediğim ölçü annemi ve babamı tatmin etmezdi.
Her halukarda pazarları babam her daim hareket halindeydi.
Ben çok yorulurdum o'nun enerjisinden.
Bir kere çok erken kalkardık ve tüm gün uykulu olurdum...
Babam off be kızım ada eşşeği gibisin derdi oysa ki çok uykum vardı ...
Bunların bittiği yıllar benim zaten aklımın dış dünyaya kaçtığı yıllar olduğu için benim eski pazarlar fotoğrafım bu...
Şimdi bana birşeylerin eksik gelmesi çok normal...
Babam bu enerjiyi tüketmeden aynı babalığı gibi bir dede olsaydı diye düşündüm bugün.
Kaanı alsa balık pazarına götürse, kahvaltılıklarla gelse...
Tuhaf çok tuhaf...
Kimse size kendini alıştırdığı gibi kalmıyor...
Siz talep etmeden birşeyler yaratıyor ve ve kah canı sıkılıyor kah hayat sıkıyor bırakıveriyor...
Kalanlarla yetinmeyi öğrenmek zaman alıyor...
Zaman işte o yüzden herşeyin ilacı...
İlaç ama tedavi edici değil.
Uyuşturucu bir ilaç..
Nikah Şahitliği önemli bir görevdir...
Dün 4. kez Nikah Şahidi oldum...
Ecoş evlendi....
Tipi zaten peri gibi, üzerine prenses gelinliği de eklenince kendimi ben de masalda gibi hissettim.
Benim o'nun hayatında ki önemimi pek çok kez hem dile getirdi hem de hissettirdi Ece...
Ama benim de dönüm noktalarımdan birinde o'nun payı büyük...
Ben gerçekten Y kuşağı gerçeğinin top gibi kucağıma oturması gerçeği ile Ece sayesinde yüzleştim.
Kendimi bir yönetici olarak ille de o bana uyacak ilkemden ilk o'nun sayesinde döndürdüm.
İlgimi çekti, çok beğendim.
Yaşıtları arasında yazıyı ve dili kullanış farkı saygımı kazandı.
Benim belki de kendimden çok farklı bulup bu kadar sempatik bulduğum bir ilk Ece.
Sayesinde olgunlaştım ...
Hayatımda ilk kez DEĞİŞTİRMEYİ değil olduğu gibi kabul edip SAYGI DUYMAyı onunla tercih ettim.
Sevgisi ve ilgisi ile hele ki benim gibi birinde bıraktığı tüm ego tatminine rağmen KENDİ OLMASI için uzaklaştırdım.
Kendim için değil karşı taraf için ayrılmanın bencilce değil özgece yaklaşabilmenin hazzını yaşadım ..
Ece hayatıma girdiğinde ben de tam 30 yaşımdaydım ve 3 aylık anneydim ...
Kader böyle istedi belki Ece ben de böyle izler bıraktı.
Farklı olduğu için sevme kapılarım açıldı...
Çok da kızdım, çok da kıskanıldım ama en çok şaşırdım....
Şaşıra şaşıra alıştım....
Bu kadar avrupai bir tipte ritüeller ve domestic yaklaşım nasıl harmanlanır anladım...
Harika bir düğündü bence hiçbir eksik yoktu ama böyle bir düğün olmasa da farkıyla farklı olurdu.
Öyle o...
2 an var dün geceden aklımda kalan...
Gelin odasına girdiğimde bugün itibari ile eşinin gözündeki ifade....
Nikah masasında Ece damadın ayağına ararken Sercan'ın teslimiyeti...
Evlilikte teslimiyet varsa ki dün benim gördüğüm çiftte teslimiyet sonuna kadar çift taraflı vardı;
Bu benim fikrim ne kadar süreceği zerre kadar önemli değil, işte sadece o evlilik yaşanmalı ve sonuna kadar an be an tadı çıkartılmalı...
İyi ki evlendin peri kızı....
Belediyenin bana ne sorduğu hiç önemli değil ama sevgine ve sevildiğine sonuna kadar şahidim...
Çok mutlu ol....
Ecoş evlendi....
Tipi zaten peri gibi, üzerine prenses gelinliği de eklenince kendimi ben de masalda gibi hissettim.
Benim o'nun hayatında ki önemimi pek çok kez hem dile getirdi hem de hissettirdi Ece...
Ama benim de dönüm noktalarımdan birinde o'nun payı büyük...
Ben gerçekten Y kuşağı gerçeğinin top gibi kucağıma oturması gerçeği ile Ece sayesinde yüzleştim.
Kendimi bir yönetici olarak ille de o bana uyacak ilkemden ilk o'nun sayesinde döndürdüm.
İlgimi çekti, çok beğendim.
Yaşıtları arasında yazıyı ve dili kullanış farkı saygımı kazandı.
Benim belki de kendimden çok farklı bulup bu kadar sempatik bulduğum bir ilk Ece.
Sayesinde olgunlaştım ...
Hayatımda ilk kez DEĞİŞTİRMEYİ değil olduğu gibi kabul edip SAYGI DUYMAyı onunla tercih ettim.
Sevgisi ve ilgisi ile hele ki benim gibi birinde bıraktığı tüm ego tatminine rağmen KENDİ OLMASI için uzaklaştırdım.
Kendim için değil karşı taraf için ayrılmanın bencilce değil özgece yaklaşabilmenin hazzını yaşadım ..
Ece hayatıma girdiğinde ben de tam 30 yaşımdaydım ve 3 aylık anneydim ...
Kader böyle istedi belki Ece ben de böyle izler bıraktı.
Farklı olduğu için sevme kapılarım açıldı...
Çok da kızdım, çok da kıskanıldım ama en çok şaşırdım....
Şaşıra şaşıra alıştım....
Bu kadar avrupai bir tipte ritüeller ve domestic yaklaşım nasıl harmanlanır anladım...
Harika bir düğündü bence hiçbir eksik yoktu ama böyle bir düğün olmasa da farkıyla farklı olurdu.
Öyle o...
2 an var dün geceden aklımda kalan...
Gelin odasına girdiğimde bugün itibari ile eşinin gözündeki ifade....
Nikah masasında Ece damadın ayağına ararken Sercan'ın teslimiyeti...
Evlilikte teslimiyet varsa ki dün benim gördüğüm çiftte teslimiyet sonuna kadar çift taraflı vardı;
Bu benim fikrim ne kadar süreceği zerre kadar önemli değil, işte sadece o evlilik yaşanmalı ve sonuna kadar an be an tadı çıkartılmalı...
İyi ki evlendin peri kızı....
Belediyenin bana ne sorduğu hiç önemli değil ama sevgine ve sevildiğine sonuna kadar şahidim...
Çok mutlu ol....
11 Ocak 2012 Çarşamba
bu para nerelere gitmiş :)
küçük bir kız çocuğu iken aklım fikrim etiket ve yapışkan ( şimdi sticker denio :P ) bakmak ve almakta idi.
alır alır sağa sola yapıştırırdım.
SARAH KEY yapıştırma defterim vardı ve çok kıymetliydi.
asla da tatmin olmazdım daha da güzel bir yer olabilir miydi acaba?
sonra kokulu kalem ve silgi yıllarım oldu.
babamın kırtasiyesi bana yetmiyordu.
esin kitapevi ve dünya gençlik merkezini de mutlaka kontrol etmeliydim.
kokulu kalemlerimi açıp açtığım pislikleri bile saklıyordum.
10 yaşında abla oldum.
popi fix, chicco çok eğlenceliydi.
Ayşegül serisi kitabının Ayşegül Küçük Anne resimlerine bakıp,
orada bulunan kozmetik ve bebek eşyalarını almak için harçlıklarımı saklıyordum.
Nişantaşı Eczanelerinde bebek malzemeleri saç fırçaları mama önlükleri kaşıklı biberonlar arıyordum...
ortaokul yıllarında o kadar çok MAJESTİC ve MC DONALDS'a gitmek önemliydi ki; anca bunlara yetişebiliyordum.
Lisenin ilk yıllarında kızlarla Büyük Beşiktaş Çarşısını keşfettik.
Aynı Tunikten 6 kişi alırdık ve çok sevinirdik.
İspanyol paça kot almak pek önemliydi.
Lise 2'de çalışmaya başladım buz mavisi kota ve kovboy çizmeye doyamadım.
O çizmelerle Erol Altaca Dershanesinde defalarca kaydım, uçtum yine aldım yine aldım...
Üniversitede doğrusu bu ya çok ama çok kitap aldım.
Ama hem okuyup hem çalışıyordum ve benetton kartım vardı.
6 renk logolu v yaka benetton kazak alıp 6 ay taksit ödedim :)
EPS yılları paramın çoğu ÇARDAK eğlencelerine gitti.
Me Gusta ve ÇARDAK'ı ihya ettik...Tam bu yıllarda bolca kilo aldım...
Sonra İstanbul Life'tan takip edip açılan her mekana gitmeye başladık kermo ile yedim de yedim yani :)
20-30 arası herşey karışık atlıyorum giysem mi, gezsem mi, yatırım mı yapsam , tercüman bulamam...
Son günlerde yaşımla birlikte yapmaktan zevk aldığım herşeylerin ne kadar az masraflı hale geldiğini fark ettim...
Soğuk bir kış günü ;

Cemilzadeyi gezmek gülli naneli lokum almak beni öyle güzel yeniliyor ki...
Ve çayı gereksiz pahalı ama orada olmak iyi geldiğinden ..
Remzi Kitapevi Bağdat Caddesi....

Beyaz Fırın Ataşehir ama oturmaktan ziyade o paketleri ve ürünleri seyretmek için.
Baby Shower için Diş Buğdayı için Makaron paketleri yemekten çok izlemek süper geliyor bana.

Yapılacak çok iş var yeter ki bakmasını bil demek gibi geliyor.
Özel İlgi Alanın ve İşin paralelse başarı kaçınılmaz gibi geliyor.
Sonra yaşın kaç olursa olsun gülerek işe gelebilirsin diyor gibi geliyor.
Sürekli gitmek isteyeceğim yerler gerçekten bu kadar...
Bu kadar az.
Heryeri merak ederim ama bu noktalar bana yeter.
Çicek almak.
Canlı Çicek Almak.
Almak , vermek , almak....
Sokak Çiceklerine doyasıya bakmak...
Paşabahçeler'i gezmek...
Bir daha gezmek...
Bir daha gezmek...
Bir de iki yanı ağaçlı suadiye-erenköy arası sokakları var.
Arabasız düz ayakkabı ile oralarda kaybolmak.
Balkonlardan hayatların içine sızmak...
Duvar Kağıdı kataloglarına bakmak...
Bakmak ve Hayal Etmek...
ZARA BABY KIZ KOLEKSİYONU
ve her sezon GAP ERKEK KOLEKSİYONU ellemek ellemek ellemek ...
Bunlar yeter bana...
Çok mu ?
alır alır sağa sola yapıştırırdım.
SARAH KEY yapıştırma defterim vardı ve çok kıymetliydi.
asla da tatmin olmazdım daha da güzel bir yer olabilir miydi acaba?
sonra kokulu kalem ve silgi yıllarım oldu.
babamın kırtasiyesi bana yetmiyordu.
esin kitapevi ve dünya gençlik merkezini de mutlaka kontrol etmeliydim.
kokulu kalemlerimi açıp açtığım pislikleri bile saklıyordum.
10 yaşında abla oldum.
popi fix, chicco çok eğlenceliydi.
Ayşegül serisi kitabının Ayşegül Küçük Anne resimlerine bakıp,
orada bulunan kozmetik ve bebek eşyalarını almak için harçlıklarımı saklıyordum.
Nişantaşı Eczanelerinde bebek malzemeleri saç fırçaları mama önlükleri kaşıklı biberonlar arıyordum...
ortaokul yıllarında o kadar çok MAJESTİC ve MC DONALDS'a gitmek önemliydi ki; anca bunlara yetişebiliyordum.
Lisenin ilk yıllarında kızlarla Büyük Beşiktaş Çarşısını keşfettik.
Aynı Tunikten 6 kişi alırdık ve çok sevinirdik.
İspanyol paça kot almak pek önemliydi.
Lise 2'de çalışmaya başladım buz mavisi kota ve kovboy çizmeye doyamadım.
O çizmelerle Erol Altaca Dershanesinde defalarca kaydım, uçtum yine aldım yine aldım...
Üniversitede doğrusu bu ya çok ama çok kitap aldım.
Ama hem okuyup hem çalışıyordum ve benetton kartım vardı.
6 renk logolu v yaka benetton kazak alıp 6 ay taksit ödedim :)
EPS yılları paramın çoğu ÇARDAK eğlencelerine gitti.
Me Gusta ve ÇARDAK'ı ihya ettik...Tam bu yıllarda bolca kilo aldım...
Sonra İstanbul Life'tan takip edip açılan her mekana gitmeye başladık kermo ile yedim de yedim yani :)
20-30 arası herşey karışık atlıyorum giysem mi, gezsem mi, yatırım mı yapsam , tercüman bulamam...
Son günlerde yaşımla birlikte yapmaktan zevk aldığım herşeylerin ne kadar az masraflı hale geldiğini fark ettim...
Soğuk bir kış günü ;
Cemilzadeyi gezmek gülli naneli lokum almak beni öyle güzel yeniliyor ki...
Ve çayı gereksiz pahalı ama orada olmak iyi geldiğinden ..
Remzi Kitapevi Bağdat Caddesi....
Beyaz Fırın Ataşehir ama oturmaktan ziyade o paketleri ve ürünleri seyretmek için.
Baby Shower için Diş Buğdayı için Makaron paketleri yemekten çok izlemek süper geliyor bana.
Yapılacak çok iş var yeter ki bakmasını bil demek gibi geliyor.
Özel İlgi Alanın ve İşin paralelse başarı kaçınılmaz gibi geliyor.
Sonra yaşın kaç olursa olsun gülerek işe gelebilirsin diyor gibi geliyor.
Sürekli gitmek isteyeceğim yerler gerçekten bu kadar...
Bu kadar az.
Heryeri merak ederim ama bu noktalar bana yeter.
Çicek almak.
Canlı Çicek Almak.
Almak , vermek , almak....
Sokak Çiceklerine doyasıya bakmak...
Paşabahçeler'i gezmek...
Bir daha gezmek...
Bir daha gezmek...
Bir de iki yanı ağaçlı suadiye-erenköy arası sokakları var.
Arabasız düz ayakkabı ile oralarda kaybolmak.
Balkonlardan hayatların içine sızmak...
Duvar Kağıdı kataloglarına bakmak...
Bakmak ve Hayal Etmek...
ZARA BABY KIZ KOLEKSİYONU
ve her sezon GAP ERKEK KOLEKSİYONU ellemek ellemek ellemek ...
Bunlar yeter bana...
Çok mu ?
alkolle aramda ne var ?
ilk kızgınlığım alkole bir kaç gec içime asit dökülmüş gibi uyandığımda başladı.
sonra ertesi günler hep daha enerjisi düşük ve yorgun olduğumu , vücuduma mikrop girmiş gibi beni halsizleştirdiğini fark ettim..
mekanlarda fiyatının ne kadar şişirildiğini anladığımda iyice sinir oldum..
derken hamileliğini ilk 4 haftası zıbarana kadar içmiştim bilmediğimden suçluluk ve disiplinle 8 ay boyu ve ardından 10 ay emzirirken ağzıma koymadım, baktım ki gerçekten kilo aldırıyormuş hem de öyle böyle değil...
bir kaç kez de deli divane migrenimi tetikledi, aman diyim...
bu içmeme dönemlerinde yakınımdaki insanların içmeyene ne kadar zarar verdiklerini gözlemledim.
ses tonlarının yükselmesi, dinleyememeye , odaklanamamaya başlamaları, gözlerindeki ayarsızlık, ısrarcılık, anlamaz halleri, kiminin aşırı umursamaz, kiminin aşırı gamlı oluşu...
işte bu noktada 3 kadeh şarap, 3 kadeh rakı, 2 margarita, 3 mojito , 3 votka ötesine KAÇIŞ diyorum ben.
tüm bu yukarıda yaşattıkları ortak çünkü.
insan neden neşeli 5 saat için ertesi gün yaşacağı 12 saatlik güzellikten kendini mahrum etsin ki?...
çünkü görmüyor...
ertesi gün yaşayacağı 12 saatlik güzellik yok o'nun için...
orada, o ortamda sahip olduğu düşünce ve duygularla , o insanlarla neşelenemiyor.
alkollun verdiği aşırılıkla anca kendini iyi hissediyor.
aşırı bilgili, aşırı sevgili, aşırı şuh , aşırı neşeli olmak iyi geliyor.
maskeli yaşıyor çünkü normalde.
'0' tam da '0' değil.
Alkol o'nun o yaşayamadığı kişi olmasına izin veriyor.
Çünkü kendi olmak için kendinden izin alıyor...
KAYIP yaşamını HD görüntüde kaydetmek iyi geliyor.
Keşke asıl ve uzun süreli neyin iyi geldiğini keşfetse tüm bedenler..
Bu SAKLANMAK .
Kafam İYİ =Kafama hakim değilim ve benim normal kafam o kadar kötü durumda ki kafama hakim olmak istemiyorum. demek.
İnsanı insan yapan yaptığı hareketlerden sorumlu olması ve bilinçli olması.
ALKOLLU OLMAK ve HATIRLAMAMAK...
BEN orada yoktum demek değil mi?
SEN orada yoksan orada olan ve tanımadığım insanla BEN'im ne işim var?
Herkes alkol alsın KENDİ olarak kalana kadar...
sonra ertesi günler hep daha enerjisi düşük ve yorgun olduğumu , vücuduma mikrop girmiş gibi beni halsizleştirdiğini fark ettim..
mekanlarda fiyatının ne kadar şişirildiğini anladığımda iyice sinir oldum..
derken hamileliğini ilk 4 haftası zıbarana kadar içmiştim bilmediğimden suçluluk ve disiplinle 8 ay boyu ve ardından 10 ay emzirirken ağzıma koymadım, baktım ki gerçekten kilo aldırıyormuş hem de öyle böyle değil...
bir kaç kez de deli divane migrenimi tetikledi, aman diyim...
bu içmeme dönemlerinde yakınımdaki insanların içmeyene ne kadar zarar verdiklerini gözlemledim.
ses tonlarının yükselmesi, dinleyememeye , odaklanamamaya başlamaları, gözlerindeki ayarsızlık, ısrarcılık, anlamaz halleri, kiminin aşırı umursamaz, kiminin aşırı gamlı oluşu...
işte bu noktada 3 kadeh şarap, 3 kadeh rakı, 2 margarita, 3 mojito , 3 votka ötesine KAÇIŞ diyorum ben.
tüm bu yukarıda yaşattıkları ortak çünkü.
insan neden neşeli 5 saat için ertesi gün yaşacağı 12 saatlik güzellikten kendini mahrum etsin ki?...
çünkü görmüyor...
ertesi gün yaşayacağı 12 saatlik güzellik yok o'nun için...
orada, o ortamda sahip olduğu düşünce ve duygularla , o insanlarla neşelenemiyor.
alkollun verdiği aşırılıkla anca kendini iyi hissediyor.
aşırı bilgili, aşırı sevgili, aşırı şuh , aşırı neşeli olmak iyi geliyor.
maskeli yaşıyor çünkü normalde.
'0' tam da '0' değil.
Alkol o'nun o yaşayamadığı kişi olmasına izin veriyor.
Çünkü kendi olmak için kendinden izin alıyor...
KAYIP yaşamını HD görüntüde kaydetmek iyi geliyor.
Keşke asıl ve uzun süreli neyin iyi geldiğini keşfetse tüm bedenler..
Bu SAKLANMAK .
Kafam İYİ =Kafama hakim değilim ve benim normal kafam o kadar kötü durumda ki kafama hakim olmak istemiyorum. demek.
İnsanı insan yapan yaptığı hareketlerden sorumlu olması ve bilinçli olması.
ALKOLLU OLMAK ve HATIRLAMAMAK...
BEN orada yoktum demek değil mi?
SEN orada yoksan orada olan ve tanımadığım insanla BEN'im ne işim var?
Herkes alkol alsın KENDİ olarak kalana kadar...
ahkam kesenlere saygıyla taktimimdir...
önce şunu keşfettim kendisine ahkam kesilmesinden en fazla hicap duyanlar
biraz palazlanınca ( ! ) ahkam konusunda kendini tutamamayanlarmış...
evlenince, çocuğu olunca , hayatı boyunca başarılı olan arkadaşı biraz tökezleyince....
aman fırsat bu fırsat...
oysa, öyle komik ki...
herşeyi herkes yaşıyor !
kendi öyle yapmadığı için başına bunun gelmediğini düşünen , düştüğü tuzak çok açık...
determinizim değil bunun açıklaması.
olgunlaşma; herhalde cümleleri büyük yerden söylememe erdemini kazanmak...
...... renkten nefret ederim.
........ile zaman kaybetmek bana göre değil.
.....yapan insanları anlamam mümkün değil...
ben acayip esneğim.....
hep doruklarda...
hep tepelerde...
işte o hiç hazetmeyenle görünce tapanlar aynı kişiler...
ve tüm duygularının süresi o kadar az ki....
deli gibi aşık olan
çılgınca nefret eden
sıtkı sıyrılan....
konuşmuyorum artık bu sahnelerde...
belki bir gelişim alanı ama net ki bir de yaşam stili.
ve beni yoran bir yaşam stili...
elimde bir buton olsa bassam ahkam dakikası gelince...
ahkam kesmediğini düşündükçe boy aşırı ahkam kesenlerim çoğaldı çünkü...
biraz palazlanınca ( ! ) ahkam konusunda kendini tutamamayanlarmış...
evlenince, çocuğu olunca , hayatı boyunca başarılı olan arkadaşı biraz tökezleyince....
aman fırsat bu fırsat...
oysa, öyle komik ki...
herşeyi herkes yaşıyor !
kendi öyle yapmadığı için başına bunun gelmediğini düşünen , düştüğü tuzak çok açık...
determinizim değil bunun açıklaması.
olgunlaşma; herhalde cümleleri büyük yerden söylememe erdemini kazanmak...
...... renkten nefret ederim.
........ile zaman kaybetmek bana göre değil.
.....yapan insanları anlamam mümkün değil...
ben acayip esneğim.....
hep doruklarda...
hep tepelerde...
işte o hiç hazetmeyenle görünce tapanlar aynı kişiler...
ve tüm duygularının süresi o kadar az ki....
deli gibi aşık olan
çılgınca nefret eden
sıtkı sıyrılan....
konuşmuyorum artık bu sahnelerde...
belki bir gelişim alanı ama net ki bir de yaşam stili.
ve beni yoran bir yaşam stili...
elimde bir buton olsa bassam ahkam dakikası gelince...
ahkam kesmediğini düşündükçe boy aşırı ahkam kesenlerim çoğaldı çünkü...
patronum uyuyordur kesin ( ! )
radyoyu arayan çocuk , fotokopi teknik servis elemanıymış...
maalesef teknik servis elemanıyım ağbi dedi.
radyocu, 'neden maalesef ? ' dedi.
'ya çok yoğunuz ağbi' ..
'sevmiyor musun işini ?;'
'ya ağbi, şimdi....'
'patron dinler di mi konuşamıyorsun ?'
'yok ağbi o uyuyordur kesin....'
geçen gün kuaförde de aynı konuşma oldu.
manikürcü neden geç geliyor dedim.
o patronun karısı dedi.
ataşehirdeyim ( erken açan çocuk da ataşehirde yaşıyor..)
nereden geliyor peki dedim
tuzladan ...( geldiğine dua edin denecek kadar uzak mesafe )
nasıl kalıp yerleşmiş...
şimdi bana ne oluyor ?
çünkü hasbel kader 29 yaşında patron olan ben de hep aynı zannın altında kaldığımı farkediyorum.
hem de 2.5 yaşında bir oğlum var ve hamilelikle birlikte 3,5 yıldır en geç 07.20'de ayakta olmak zorundayım.
bazen ekibim arıyor 09.30 gibi ayyy uyandırmadım di mi diyor.
inanamıyorum...nasıl bir hayatım var ki benim ? Bihter gibi 10.00 suları uyanıp, gece elbisesi ile kahvaltıya inip, boğazda yürüyüş mü yapıyorum, köpüklü banyo sonrası acaba ???*
uyumuyorum, ben uyumuyorum diye herkese anlatasım var.
ofisten çıktıktan sonra devam eden mailleşmeler, her tatilde karar aşamasında olan işler, kaybedilmemesi gerekenler, kazanılması gerekenler, genelde ortaklarımla ve müşterilerimle uzun telefon konuşmaları, gece yarısı yaptığımız hesaplar, okumam gereken yönergeler, yasalar, ekip yönetmek için takip etmem gereken detaylar zaten mesai tüm hayatıma yayılmış durumda.
hele ki patronsan aslında hiç sağlıklı uyumuyorsun.
işten çıkması gereken birinin hayatının yükü, hep bir vicdan sorgulaması, kalırsa başarılı olanın haklarında yapabileceğin yenilemeler, yapmazsan bunların haksızlığı.
kafamın basmadığı vergi mevzuatı
personel çalıştırdığın için suçlu gibi hissettiren ssk mevzuatı.
piyasaya giren yabancı rakip.
kafası karışan iyi çalışan.
insanları mutlu etme ve karlı bir şirket olma çabası.
beyaz fırında gezerken , google'da search yaparken acaba ne yaparsak böyle olur diye düşünmek.
ortaklarımla oturduğumuz her kafede cep telefonun hesap makinesi ile çalışmamız.
ben zaten toplasanız 3 saat derin uyuyorumdur.
yediğimin yarısı da iş yemeğidir.
giydiğimin % 80'i iş içindir.
kuaför masrafımın % 70'i örnek olmak içindir.
evet patron oldum ve hayatımı sattım...
ve uyumuyorum...
maalesef teknik servis elemanıyım ağbi dedi.
radyocu, 'neden maalesef ? ' dedi.
'ya çok yoğunuz ağbi' ..
'sevmiyor musun işini ?;'
'ya ağbi, şimdi....'
'patron dinler di mi konuşamıyorsun ?'
'yok ağbi o uyuyordur kesin....'
geçen gün kuaförde de aynı konuşma oldu.
manikürcü neden geç geliyor dedim.
o patronun karısı dedi.
ataşehirdeyim ( erken açan çocuk da ataşehirde yaşıyor..)
nereden geliyor peki dedim
tuzladan ...( geldiğine dua edin denecek kadar uzak mesafe )
nasıl kalıp yerleşmiş...
şimdi bana ne oluyor ?
çünkü hasbel kader 29 yaşında patron olan ben de hep aynı zannın altında kaldığımı farkediyorum.
hem de 2.5 yaşında bir oğlum var ve hamilelikle birlikte 3,5 yıldır en geç 07.20'de ayakta olmak zorundayım.
bazen ekibim arıyor 09.30 gibi ayyy uyandırmadım di mi diyor.
inanamıyorum...nasıl bir hayatım var ki benim ? Bihter gibi 10.00 suları uyanıp, gece elbisesi ile kahvaltıya inip, boğazda yürüyüş mü yapıyorum, köpüklü banyo sonrası acaba ???*
uyumuyorum, ben uyumuyorum diye herkese anlatasım var.
ofisten çıktıktan sonra devam eden mailleşmeler, her tatilde karar aşamasında olan işler, kaybedilmemesi gerekenler, kazanılması gerekenler, genelde ortaklarımla ve müşterilerimle uzun telefon konuşmaları, gece yarısı yaptığımız hesaplar, okumam gereken yönergeler, yasalar, ekip yönetmek için takip etmem gereken detaylar zaten mesai tüm hayatıma yayılmış durumda.
hele ki patronsan aslında hiç sağlıklı uyumuyorsun.
işten çıkması gereken birinin hayatının yükü, hep bir vicdan sorgulaması, kalırsa başarılı olanın haklarında yapabileceğin yenilemeler, yapmazsan bunların haksızlığı.
kafamın basmadığı vergi mevzuatı
personel çalıştırdığın için suçlu gibi hissettiren ssk mevzuatı.
piyasaya giren yabancı rakip.
kafası karışan iyi çalışan.
insanları mutlu etme ve karlı bir şirket olma çabası.
beyaz fırında gezerken , google'da search yaparken acaba ne yaparsak böyle olur diye düşünmek.
ortaklarımla oturduğumuz her kafede cep telefonun hesap makinesi ile çalışmamız.
ben zaten toplasanız 3 saat derin uyuyorumdur.
yediğimin yarısı da iş yemeğidir.
giydiğimin % 80'i iş içindir.
kuaför masrafımın % 70'i örnek olmak içindir.
evet patron oldum ve hayatımı sattım...
ve uyumuyorum...
10 Ocak 2012 Salı
miniiiiii
bu yazı sana...
uzundur aklımda yazmak...
aman dedim daha dur...
neyse 16. hafta kaydedeğer artık oohhh beee...
sen beni benden daha çok biliyorsun, blog yazmadığımı bile bana sen haber veriyorsun...
karnında büyüyen bebek beni o kadar heyecanlandırıyor ki...
her bebek beni biraz hoş eder , bütün kız arkadaşlarım tarafımdan yetişebildiğimce itina ile kollanır bilirsin ama şu an tam kız kardeşim hamileymiş gibi hissediyorum...
iyi ki bu yakaya taşınıyorsun...yamacımda ol...:)
tam da bebek kokusu özlemeye başlamışken iyi ki bu bebek konacak hayatımıza...
harika bir anne olacaksın...
ben hep yanında olacağım , Ayşe Sultan izin verdikçe elbette :)
çok güzel bir zamanda, çok güzel bir ilişkiye , yaptığın harika seçimle harika bir babaya geliyor yeni melek...
oğlum nasıl bir ağbi olacak , nasıl kıskanmasını engelleriz tek soru bu benim için...
hayatımda çok özel bir yerin var...
herkesten ayrısın...
her koşulda her zaman yanımdasın...
motivasyon kaynağısın...
kendini her an geliştirirken beni bir an bile onore etmediğin olmadı.
arkadaşlığımız dile kolay 20. yılında, iyi ki hayatımdasın...
olduğun halinle harikasın...
çok ama çok heyecanlıyım...
hadi hemen gelsin :)
uzundur aklımda yazmak...
aman dedim daha dur...
neyse 16. hafta kaydedeğer artık oohhh beee...
sen beni benden daha çok biliyorsun, blog yazmadığımı bile bana sen haber veriyorsun...
karnında büyüyen bebek beni o kadar heyecanlandırıyor ki...
her bebek beni biraz hoş eder , bütün kız arkadaşlarım tarafımdan yetişebildiğimce itina ile kollanır bilirsin ama şu an tam kız kardeşim hamileymiş gibi hissediyorum...
iyi ki bu yakaya taşınıyorsun...yamacımda ol...:)
tam da bebek kokusu özlemeye başlamışken iyi ki bu bebek konacak hayatımıza...
harika bir anne olacaksın...
ben hep yanında olacağım , Ayşe Sultan izin verdikçe elbette :)
çok güzel bir zamanda, çok güzel bir ilişkiye , yaptığın harika seçimle harika bir babaya geliyor yeni melek...
oğlum nasıl bir ağbi olacak , nasıl kıskanmasını engelleriz tek soru bu benim için...
hayatımda çok özel bir yerin var...
herkesten ayrısın...
her koşulda her zaman yanımdasın...
motivasyon kaynağısın...
kendini her an geliştirirken beni bir an bile onore etmediğin olmadı.
arkadaşlığımız dile kolay 20. yılında, iyi ki hayatımdasın...
olduğun halinle harikasın...
çok ama çok heyecanlıyım...
hadi hemen gelsin :)
dolap düzen, budur beni üzen ...
olamıyorum....
yemin ederim düzenli bir insan olamıyorum...
dolaplarım, çekmecelerim, mutfağım...
resmen kaan ve ben bozuyoruz evi...
birşey var bende, her daim kalabalık hissediyorum, kalabalıklaştırıyorum, sonra bunun için de düzen yaratamıyorum...
nevresim takımları alıyorum , boşlukta kayboluyorlar ...
çoraplar yıllardır çözülmemiş bir fenomen...
hep başkasının tavası benim tavamdan daha temiz...
evet yerlerde hep kırıntı var...
ne oluyor da böyle oluyor ve neden bunları düzenlemeyecek kadar enerjisizim...
saçma ...
beceriksizlik değil mi bu ?
kime beceriksiz derlerdi eskiler?
bence bana ...
kime ne ben nasıl bir şirket kurmuşum da ne olmuşum ?
dışarıdan gelen bir göz belki göremez demek istediğimi...
ama bir karşıklık var her daim...
banyoda , koridorda , raflarda....
sonra bakıyorum 12 ünlünün 12 mimarla yaptığı evleri geziyorum :)
karışık olan evleri seviyorum...
karışıklık ve bolluk sevip , minimal ve düzenli görünmek istiyorum..
komplike kaosun ta kendisiyim...
saygılar...
yemin ederim düzenli bir insan olamıyorum...
dolaplarım, çekmecelerim, mutfağım...
resmen kaan ve ben bozuyoruz evi...
birşey var bende, her daim kalabalık hissediyorum, kalabalıklaştırıyorum, sonra bunun için de düzen yaratamıyorum...
nevresim takımları alıyorum , boşlukta kayboluyorlar ...
çoraplar yıllardır çözülmemiş bir fenomen...
hep başkasının tavası benim tavamdan daha temiz...
evet yerlerde hep kırıntı var...
ne oluyor da böyle oluyor ve neden bunları düzenlemeyecek kadar enerjisizim...
saçma ...
beceriksizlik değil mi bu ?
kime beceriksiz derlerdi eskiler?
bence bana ...
kime ne ben nasıl bir şirket kurmuşum da ne olmuşum ?
dışarıdan gelen bir göz belki göremez demek istediğimi...
ama bir karşıklık var her daim...
banyoda , koridorda , raflarda....
sonra bakıyorum 12 ünlünün 12 mimarla yaptığı evleri geziyorum :)
karışık olan evleri seviyorum...
karışıklık ve bolluk sevip , minimal ve düzenli görünmek istiyorum..
komplike kaosun ta kendisiyim...
saygılar...
BEBEKLER NE OLDU SİZE?
pazar sabahı yataktan indi kaan...
salondaki kose koltuga ilerledi...
oturdu iyice yerleşti.
yeni uyanmış...ama ne ciddi bir surat ...
- ne oldu annecim ?
- anne gel opur ( otur )
- kaan gecen değişik mi geçti ? ( o kadar ciddi ki ;soracak soru bulamadım )
- evet sinik ( sinek ) geldi , beni yedi.
- ahh canım benim, ne istersin ne yapalım ?
- anne ben elma ye, ben kahvaltı ye diil.
sonra koca bir elmayı kabuğuyla çöpüne kadar yedi.
Şu anlattığım an öyle bir milad ki benim için.
0-3 yaş arası devrim bu demekmiş.
Daha 2 vakit öncesine kadar püre yapıp damağına yapıştırdığımız elmayı yiyişi.
benimle sohbet edişi.
mantıklı uydurmaları.
istediğini yapmadığımda 'anne sen ACİ ' ( kötü olan herşey = ACI ) demesi.
Anne bu benim ikinci ilacım :) tamlaması
Hastaneye gittiğimizde ard arda iğne olup ağlayan bebekleri görünce
ortada durup; BEBEKLER NE OLDU SİZE ? diyerek şaşırması..
Ben de o'nun herşeyine şaşırıyorum.
Annelik delirmek demekmiş işte...
Deliriyorum...
Herkese delirmesini şiddetle tavsiye ederim...
salondaki kose koltuga ilerledi...
oturdu iyice yerleşti.
yeni uyanmış...ama ne ciddi bir surat ...
- ne oldu annecim ?
- anne gel opur ( otur )
- kaan gecen değişik mi geçti ? ( o kadar ciddi ki ;soracak soru bulamadım )
- evet sinik ( sinek ) geldi , beni yedi.
- ahh canım benim, ne istersin ne yapalım ?
- anne ben elma ye, ben kahvaltı ye diil.
sonra koca bir elmayı kabuğuyla çöpüne kadar yedi.
Şu anlattığım an öyle bir milad ki benim için.
0-3 yaş arası devrim bu demekmiş.
Daha 2 vakit öncesine kadar püre yapıp damağına yapıştırdığımız elmayı yiyişi.
benimle sohbet edişi.
mantıklı uydurmaları.
istediğini yapmadığımda 'anne sen ACİ ' ( kötü olan herşey = ACI ) demesi.
Anne bu benim ikinci ilacım :) tamlaması
Hastaneye gittiğimizde ard arda iğne olup ağlayan bebekleri görünce
ortada durup; BEBEKLER NE OLDU SİZE ? diyerek şaşırması..
Ben de o'nun herşeyine şaşırıyorum.
Annelik delirmek demekmiş işte...
Deliriyorum...
Herkese delirmesini şiddetle tavsiye ederim...
harika bir yılbaşı geçirdiğimi düşüneyazdım :)
öncelikle ; annem konusunda özel günlerde feci tedirginim ben.
babamdan ayrıldığımızdan beri böyle.
farkındayım babamdan ayrılanın annem olduğunu kabul etmiyor zihnim.
o yüzden ben eğleniyorsam o da yanımda olsun ya da başka birileri ile mutlaka eğleniyor olsun istiyorum.
bu tamamen benden kaynaklı.
annem bana göre çok daha özgür bir tip.
bağımlı değildir hiçbir şeye, hiç kimseye.
eminim attığı her adımda da aman kızım yedi mi aman kızım da kendini eğledi mi diye kasmıyordur...
ama ben böyleyim, değişmiyor.
bundan dolayı annemi içinde barınıdıran yılbaşı planları bana iyi hissettiriyor.
bu böyle artık netim.
bir de Buğra var takıntım.
istediği herşey olsun istiyorum.
ya da ben kendim noel baba olayım istiyorum.
15 yaşından beri hoş , çok sevindiği bir ana şahit değilim kendisinin.
olsa olsa gülme krizine giriyor canım kardeşim.
Hindi alalım abloaaa dedi.
Annem, kocam ,oğlum , kardeşim kırmızı masa örtüsü, senem, çiceği hindi ben zaten doyum diye buna derim...
mimimalist bir ev gibi düzenlenmiş saatlerim.
sonrasında eve geçtik ve arkadaşlarımız geldi.
içki,tatlı ve kuruyemişleri ile...
tabu da vardı - victorias secret da :)
daha ne olsun ki insanın hayatında...
ev battı mı ? battı ....
ama canım evime kalabalık öyle yakışıyor ki ...
evimin anlamı arttı bu yılbaşı gecesi....
canım kermo harika müzikler hazırladı, zas da vardı, bülent ersoy da :)
ertesi gün perihan geldi ...( temizlik perisi yazımdan sonra perihan geri geldi :))
şipşak ...
ev eski halinde...
sonra kermo insan ağırlamanın onu ne kadar zorladığını ve yorduğunu anlattı.
benim içinse iki haftada bir bu evde bu şekilde biraraya gelmek , çoğaldıkça çoğalmak, harika birşey...
eski bostancı günlerimizde birasını alan gelir balkona yerleşirdi.
biz daha küçücük yaşımızda insan da ağırlardık, konusu olmazdı.
büyüdükçe ne kadar büyüyor gözümüzde herşey.
belki de konuşa konuşa diğerleri getiriyor bizi bu hale...
oturup da beğendi yapmam ama gelen gelebildikçe gelsin isterim ben ...
beni pijamamla görüp eleştirmeyecek kedimin nereye kadar tüyü girmiş kalite tetkiği yapmayacak herkes...
böyleyken böyle herkesi mutlu edeyim derken kermoyu yormuşum meğer bu planımla...
okursan eğer ; mutlu yıllar kermo..
babamdan ayrıldığımızdan beri böyle.
farkındayım babamdan ayrılanın annem olduğunu kabul etmiyor zihnim.
o yüzden ben eğleniyorsam o da yanımda olsun ya da başka birileri ile mutlaka eğleniyor olsun istiyorum.
bu tamamen benden kaynaklı.
annem bana göre çok daha özgür bir tip.
bağımlı değildir hiçbir şeye, hiç kimseye.
eminim attığı her adımda da aman kızım yedi mi aman kızım da kendini eğledi mi diye kasmıyordur...
ama ben böyleyim, değişmiyor.
bundan dolayı annemi içinde barınıdıran yılbaşı planları bana iyi hissettiriyor.
bu böyle artık netim.
bir de Buğra var takıntım.
istediği herşey olsun istiyorum.
ya da ben kendim noel baba olayım istiyorum.
15 yaşından beri hoş , çok sevindiği bir ana şahit değilim kendisinin.
olsa olsa gülme krizine giriyor canım kardeşim.
Hindi alalım abloaaa dedi.
Annem, kocam ,oğlum , kardeşim kırmızı masa örtüsü, senem, çiceği hindi ben zaten doyum diye buna derim...
mimimalist bir ev gibi düzenlenmiş saatlerim.
sonrasında eve geçtik ve arkadaşlarımız geldi.
içki,tatlı ve kuruyemişleri ile...
tabu da vardı - victorias secret da :)
daha ne olsun ki insanın hayatında...
ev battı mı ? battı ....
ama canım evime kalabalık öyle yakışıyor ki ...
evimin anlamı arttı bu yılbaşı gecesi....
canım kermo harika müzikler hazırladı, zas da vardı, bülent ersoy da :)
ertesi gün perihan geldi ...( temizlik perisi yazımdan sonra perihan geri geldi :))
şipşak ...
ev eski halinde...
sonra kermo insan ağırlamanın onu ne kadar zorladığını ve yorduğunu anlattı.
benim içinse iki haftada bir bu evde bu şekilde biraraya gelmek , çoğaldıkça çoğalmak, harika birşey...
eski bostancı günlerimizde birasını alan gelir balkona yerleşirdi.
biz daha küçücük yaşımızda insan da ağırlardık, konusu olmazdı.
büyüdükçe ne kadar büyüyor gözümüzde herşey.
belki de konuşa konuşa diğerleri getiriyor bizi bu hale...
oturup da beğendi yapmam ama gelen gelebildikçe gelsin isterim ben ...
beni pijamamla görüp eleştirmeyecek kedimin nereye kadar tüyü girmiş kalite tetkiği yapmayacak herkes...
böyleyken böyle herkesi mutlu edeyim derken kermoyu yormuşum meğer bu planımla...
okursan eğer ; mutlu yıllar kermo..
twitimi tutun :)
önce ne olduğunu anlayamadım.
çok net hatırlıyorum bundan 3 yıl kadar önce bir balıkçıdayız.
keyifli bir sohbetin tam ortasındayız, üç arkadaşımız harala gürele facebook'ta konumunu gücellediğinden falan bahsetti.
sohbet bölündü, konu dağıldı.
gündem onların ne yaptığını anlamaya döndü.
sonra iyice zıvanadan çıkanlarımız oldu.
şimdi buradayım , şimdi şuradayım...
ahan da boy boy resimlerim...
bunları yaşıyorum ...
dibine kadar yaşıyorum...
buraya geldiğimi bilin...
heeeyyyy buradayım bağırışları....
ve de ne çok eğleniyor insanlık ..
ekonomik buhran mı, stres mi , kaos mu ....
evet sosyal bilinçliyim ama içimde neşe ile yüzen gemilere sahibim.
eyyy eski sevgili o kadar neşeliyim ki, hemen neşemden yeni bir ilişki taştı.
şimdi twitter var.
herkes, her konudaki fikrini herkesle paylaşıyor..
bir konuda duayen ya da uzman olup başka konularda da birilerini takip etmeyi anlamam bir derece
ama her konuda ki düşüncesini insanın sürekli yazması çok uzak geliyor bana .
hem de not , not....
tam test dönemi cümleleri ile...
bozulan dejenere sözcük kalıpları ile.
eee yıllardan 2012 , yas oldu 33 , ben de sanırım eski kafalıyım artık.
amacını anlayamıyorum ama tüm dünyayı sürükleyen yenilikler oldukları için cazibesinin de farkındayım.
Başka bir farkındalık ise , fena halde yalnız olanların çoğalması ile ilgili.
Daha geniş kitleler ulaşabilen ama aşılamayan uzaklıklar....
yaşamlarımız, değerlerimiz, amaçlarımız ,ayıplarımız çok hızla değişiyor.
neydi ayıp olan ?
tam birine adapte olmuşken şimdi bir başkasını anlamak gerekiyor.
bu kadar hızlı yenilenmek . kim bilir belki de hücrelere iyi geliyordur ?
çok net hatırlıyorum bundan 3 yıl kadar önce bir balıkçıdayız.
keyifli bir sohbetin tam ortasındayız, üç arkadaşımız harala gürele facebook'ta konumunu gücellediğinden falan bahsetti.
sohbet bölündü, konu dağıldı.
gündem onların ne yaptığını anlamaya döndü.
sonra iyice zıvanadan çıkanlarımız oldu.
şimdi buradayım , şimdi şuradayım...
ahan da boy boy resimlerim...
bunları yaşıyorum ...
dibine kadar yaşıyorum...
buraya geldiğimi bilin...
heeeyyyy buradayım bağırışları....
ve de ne çok eğleniyor insanlık ..
ekonomik buhran mı, stres mi , kaos mu ....
evet sosyal bilinçliyim ama içimde neşe ile yüzen gemilere sahibim.
eyyy eski sevgili o kadar neşeliyim ki, hemen neşemden yeni bir ilişki taştı.
şimdi twitter var.
herkes, her konudaki fikrini herkesle paylaşıyor..
bir konuda duayen ya da uzman olup başka konularda da birilerini takip etmeyi anlamam bir derece
ama her konuda ki düşüncesini insanın sürekli yazması çok uzak geliyor bana .
hem de not , not....
tam test dönemi cümleleri ile...
bozulan dejenere sözcük kalıpları ile.
eee yıllardan 2012 , yas oldu 33 , ben de sanırım eski kafalıyım artık.
amacını anlayamıyorum ama tüm dünyayı sürükleyen yenilikler oldukları için cazibesinin de farkındayım.
Başka bir farkındalık ise , fena halde yalnız olanların çoğalması ile ilgili.
Daha geniş kitleler ulaşabilen ama aşılamayan uzaklıklar....
yaşamlarımız, değerlerimiz, amaçlarımız ,ayıplarımız çok hızla değişiyor.
neydi ayıp olan ?
tam birine adapte olmuşken şimdi bir başkasını anlamak gerekiyor.
bu kadar hızlı yenilenmek . kim bilir belki de hücrelere iyi geliyordur ?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)