27 Şubat 2012 Pazartesi

Halkalı'dan Ataşehir'e İyi Kötü Dans Pisti...

09.00'da yola çıktım Ataşehir'den 11.00'de Güneşli'de oldum ....
15.30'da geri dönüş yoluna çıktım Halkalı'dan 17.30'da Ataşehir'de oldum...
Şebnem Ferah dvd'si sağolsun gayet iyi atlattım :)  ve arada ( benim kusurum ) gözden kaçmış bir şarkı keşfettim ...Yüreğine sağlık Şebnem...Ve İstanbul Senfoni Orkestrası ile verdiği konserde bu şarkıda onunla dans eden hayranı çocuk. O ne güzel hayran olmak , ne güzel bakmak...Seven herkesin yüreğine sağlık...

http://www.youtube.com/watch?v=SfNeqx0dfvA&feature=related

biriyle fena halde konuşmaya ihtiyacım var
biriyle fena halde dertleşmeye
evimde ne sıcak bir tabak yemeğim var
ne de televizyonun sesinden başka ses


ama içimde bi' yerlerde sabır taşı gizli sanki
doğduğum günden bugüne orda duruyor
sessiz bir kaya düşün deniz kıyısında yalnız
dalgalara göğüs gerip soğuktan üşüyor


ne ahlak ne de sevgi gökten dünyaya indi
insanlık istedi keşfetti hepsini
dün doğmuş bir bebeğe bile girebilen mikrop misali
içimizde hem kötü var hem iyi


hangisi daha güçlü diye beklemektense
heyecanla attım kendimi dans pistine
ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
aklımdaki soruların hepsini soracaktım


"senin ne haddine böyle şeylerle uğraşmak?"
diye soran hazırcı tembel sen misin?
böyle yaşlanmak olmaz seninki eskimek, çökmek
ruhu küskün bomboş bir bedensin


kelimeler yetse daha neler neler buldum
elimle koymuş gibi huzurluyum
geniş ve loş bir yer istersen sen de bir uğra
doğru yanlış iyi kötü herkes orda


hangisi daha güçlü diye beklemektense
heyecanla attım kendimi dans pistine


ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
aklımdaki soruların hepsini soracaktım

yaşasın bebek kokusu..

Allahımmm Allahım sen o'nun o içi gülen gözlerini nazarlardan koru...
Bebeklere ve kedilere taparak hayatımı geçirebilirim.
Nasıl özlüyorum arkadaşım ben seni, pembe kostümlü meleğin annesi...
Doğurdun doğuralı yüzün iyiden senin de melek...
Biliyorum pisin pistir :)
Hala çok komiğime gidiyorsun ...
Çok rahatım yanında...
Neyi kastettiğini bilmenin rahatlığı...
Zamanın aşındıramayacağını artık anlamanın coşkusu...
İyi ki döndük :)
Yerin ayrı zaten aşikar ama bu kokudur bundan sonraki birinci motivasyonum bilesin...
Eloş, Allah sana uzun ve mutlu bugün gördüğüm gibi huzurlu ömürler versin...
Mesafelere yetebildiğimce seni de çok seveceğim...

26 Şubat 2012 Pazar

hey gidi Lizbon yılları :)))

Geçen yıl tam da bu vakitler Lizbon'daydık , çiçeğimlerlen :)
Topu topu 2 gece 3 günlük tatil ne kadar yer etmiş , ne kadar tadına doygun vakit geçirmişiz meğer...
2 gecede bu hatırladıklarımızın hepsini nasıl yaptık?  hala kafamda toparlanmıyor.
Radio Voyage sıklıkla FADO çalıyor her çaldığında o muhteşem FADO mekanını hatırlıyorum.
Bir de ismini hatırlasam.
Film karesi gibi sahneler.
Tadımlık ama doyurucu tabaklar.
Mutfaktan bulaşık yıkarken elinde tabakla fırlayan vokalist bulaşıkçılar.
Şişman ama her yaştan rüya sesli kadınlar.
Onlara eşlik eden Portekizliler...
Ne tadına doyulmaz bir gece imiş.
Çıktıktan sonra bağıra çağıra FADO söyler olduğumuzu hatırlıyorum.
Kararan mekandan lavabodan saçında koca kırmızı toka ile dönen çiçeğimi bazı turistlerin şarkıcı sandığı anı hatırlıyorum.
Diğer gece de şehrin ıssız liman bölgesinde sıra sıra dizilmiş olan ve kapılarında kuyruklar olan gece klupleri.
İçlerinden Blue bişeyi seçişimizi.
İnsanların İngilizce olan ama ilk kez orada şahit olduğumuz şarkılara delice eşlik edişini.
Sonra bizim Beyoğlun'da ki rock barların en berbatının berbatı bir yerde bir bira içimliği durmuşluğumuz var.
Diyorum ya 2 gece nasıl yaptık biz bunları ? He bu arada her birinden önce yenmiş kallavi yemekler var.
Ne bereketli tatilmiş.
Gündüzleri havası şurup gidiydi, iflas ediyor olmasına rağmen insanların anın tadını çıkarışı ve asıl kendi halkının  doyasıya gezişi , o daracık sokaklar , çılgın tramvayi deniz ürünleri hepsi güzeldi ama bu 2 gece başka kazınmış kafama.

Biraz daha görüntüler iç içe geçse ben bir Almodavar filminde oynadım diye iddia edebilirim.
Ya da ben Lizbon'da yaşadım orada çok yoğun gece hayatım vardı diyebilirim.
Bu arada ben dayanamayıp gece otele erken dönen kişiyim ,çiçeğimin geceleri daha da uzatmışlığı var :)
Şimdi pek moda olan Halil Sezai'ye denk geldiğimde mutfaktan aniden çıkan FADO mekanı sahibinin şarkılara eşlik ederek sanatçıları dinlerdiği an geliyor aklıma.
Tipi de benziyordu Halil Sezai'ye adamcağızın.
Bu arada o mutfaktan fırlayan bütün çocuklar biscolata reklamından kopmuş gibiydiler.
Halil Sezai de FADO ayar söylüyor işte ya da marjinal popumuz vardı, marjinal rockumuz, marjinal arabeskcimiz oldu kendisi.
Sevmiyor ya buraları medyayı falan o da huzur bulur Lizbon'da, biri kendisine söylesin ...:)

sevgililer günüsü...

Ayten Alpman Radison SAS , jazz centerda çıkıyormuş aa ne hoş olur dedik.
4 kişilik masada, 2 kişi siz 2 kişi tanımadığınız başka bir çift olacak.
Kişi başı 180 TL.
Yemek yok .
Minimum 25 TL'lik  + yemek harcaması yapmak zorundasınız.
Valesi zartı zurtu dio ki, smooth jazz dinlicen, boğaza gelecen alırım 500 TL'ni aç bil aç ta yollarım seni diolar yani.
Neden sebep?
Çünkü sevgililer günü.
Muhtemel bıncık cıncık kırmızı güllerle num numa giden y kuşağına alternatif 2. bahar sevgilileri için tek uygun program buydu.
Ve de madem hem 40lı yaşlarını aştın hem sağlıkla ayaktasın hem de üstüne sevgili yaptın 500 TL ödemek senin 14 şubatta 1. vazifendir diye düşünülmüştür.
Biz de evimizde yemek yedik , kermonun doldurduğu şarkılarla , yeni tabak takımlarımızla.
Dans ettik oğlumuzla...
Çok güzeldi , çok içimize sindi, peynirimiz de şarabımız da...
15. sevgililer günümüzdü , Allah herkese herşeye rağmen kutlama sevinci versin özel günleri 15 yıl ve daha ötesi boyunca...

ben kendim dap bu işi...

ben bu işi hallet...
son 40 günün favori cümlesi.
babası ve beni durduruyor her an Kaan.
ben bu işi kendim dap.
ben bu işi hallet.
evet hala zaman kipi olmadan konuşuyor oğlum ama her şi halledebileceğine yürekten inanıyor.
ellerini kendi yıkıyor, sıvıları kaşığı ile kendi yiyor, sıkıysa yardım etmeye kalk.
anne sen aciiii....
tüm kötü sıfatlar acii'nin altında toplandılar.
diş macunun gramajına kadar kendi karar veriyor.
bebek değilim ben büyük Kaan...

evet büyük Kaan 10 gün önce tek başına tuvalete gitmeye başladı.
donu, pantalonu ne şekilde çekilmiş olabilir yukarıya çok da düşünmeye gerek yok.
ama şenlikle kutladık tabi ki bu anı...
ellerine sağlık  becerikli oğlum ...
daha neler yapacaksın kim bilir?

yeşil bisiklet ...

Alin Bebek 1 yaşına girdi. İyi ki de doğdu. Kırmızı yanaklı papatya Alin. Canım Oğlumun bebek imgesi.
Leyloçsa ilk göz ağrısı. Kaan'ın Leyloç ben seni korurum dediği an dedim heeee işte kızım oğlan anasısın.
Şebelek kendini koruyamıyorsun senden 7 ay küçük Leyloçu nassı koruyacaksın diyemiyorsun tabii.
Aslan oğlum korursun tabii derken yani gaz verirken buldum kendimi.
İşte Alin'in doğum günü sebebi ile Leyloç da türlü hediyelerin topu topu 15 ay büyük abla olmakla hiç abla olmamanın keyfini ve peppe bisikletini sürüyordu ki.
Kaan'ı yine romantik bir dehşete düşmüşken yakaladı gözlerim.
Anne Leyloc bana bunu vermio sen de bana al, füppen anne füppen . ( lütfen )
Klasik 3 yaş doğumgünü hediyesi olarak tasarladığımdan bisikleti ve oğlumun benim gibi hiçbir iyi ve kötüyü unutmayan birinin oğlu olduğunu unutarak bisikletsiz gittim eve tabi..
Bir de bilemedim açıkcası 3 tekerlek midir alınması gereken yoksa destek tekerlekli 2 tekerlek mi ?
Kapıyı açmamla - anne pisipetim nerde , neden ama neden almadın anne -
Anayım ben çekilin leyyyynnnnnnnn kıvamına geldim 3 dakikada.
Büyük Motor Kas Danışmanımız anneannemizi de alıp gittik akşamın körü mayazaya :)
Gözünü sevdiğimin Ataşehir'i , resmen travma geçirmişim Dudullu'da, 5 dakika içinde herşeye ulaşmak benim için kilit duygu.
Daha biz annemle 3 müdür, 2 midir derken.
Ağbi , ağbi, füppen bu benim için , füppen bunu bana ver ağbi, bu tam benim göre...
Anne ben dap bu işi ...
Evet Kaan 2 tekerlekli, ben10'li bisikleti aldı bana sadece ödeme yapması kaldı.
Onun o heyecanı dünyalara bedel.
Otoparktan eve taşıyan hali.
Aralıksız 3 saat uğraştı.
Ne bana ne de babasına elletmedi.
2. günün sonunda kullanmaya başladı.
İnsanın evladına bisiklet kullanmayı öğretirken anısı olur ya.
Kaanimo aldı başını evde dolanıo bisikleti ile.
Dönüm noktalarından biridir bisiklet.
Bunu da döndün , aferin bebeğim...

Ağlama Filmlerim...

Üzülmeye zerre kadar tahammülsüzüm bu aralar.
Aslında anne olduktan sonra.
Çocuklar ve hayvanlarla ilgili acılar resmen içimi kanırtıyor.
Kızıyorum da acı üzerine kurulmuş, kurgulanmış herşeye.
Beslemedikten sonra ruhumu neyleyim sanat eserini tadındayım artık.
Oysa ki ; çocukken romamların en acı vereni en sevdiğim olurdu.
Küçük Kadınlar'ı bundandır 3 kere falan okumuştum.
Puşkin'in Yüzbaşının Kızı, sonra Anna Karenina...
Kırk yılın bir başı tek başıma sinemaya gidesim oldu.
Bu hayatımda 2.'dir.
İyi beni ambulansla çıkarmadılar sinemadan.
Çok ağlıyorum ben ya.
Çok içine giriyorum.
Zenneydi beni bu kadar ağlatan.
Bence pek çok ödülü hakediyor.
Renkler, çekimler...
Lisede Ali Hakan bir film iyi filmse son karesini hep hatırlarsın demişti.
Bu filmin son karesi gitmiyor gözümün önünden.
Metafor kullanımı çok başarılı ...
Sonra evde Savaş Atı'nı izledik kermoyla.
Kermo da hoş ...
Nice Çağan Irmak filminde gözünden bir damla yaş gelmez.
En dramatik haberler 'ee kızım , hayat böyle bilicen böyle yaşayacaksın ' halindedir.
Benim höngürrrt diye ağlamam alışagelmiş bişi de o da ağladı.
Tanrımmm o ne güzel at..
O ne asil hayvan, o nasıl bakış...
Ne güzel bir anlatım dili...
Yetenekli insanlara kazak örüp gönderesim geliyor.
Spielberg'e benden bir haroşo..
Gerçekten öyle bir duygu uyanıyor içimde.
Çağan yazınca aklıma geldi Dedemin İnsanların'da da çok ağladıydım.
Babaannemin evinin aynısıydı Girit'teki ev.
Bir de kiminle konuşsam aaa ben izlediydim diyor neyi izlediysem.
Erken mi uyuyoruz? uyuşuk muyuz ?
Herkes ne çok şeyi bir arada yapıyor kardeşim.
Takdirlerimi sunarım..

Mehmet Yaşin olayım daa......

Cem YILMAZ'a gittik. Ölüyorum sandım gerçekten gülmekten.
Her zaman ki gibi çıktık ve biz neye bu kadar güldük dedik.
Hooop kayboluyor.Hiçbirşey hatırlamıyorsun.
Bu yüzden yılda 1 tekrar izleyen var o'nu.
Aklımda en çok Mehmet YAŞİN ve Vedat MİLOR ile ilgili anlattıkları kaldı.
Defalarca aklımdan geçenleri o anlatınca acayip birşey dinliyor gibi bayılırcasına gülerek dinledim.
Mekanlar ve yemekler hakkında yazmak ne keyif verici bir iştir diye düşünürken buldum yine kendimi.
Ben de yapim bunu buradan bari...
Az buz dışarıda yemiyorum.
17 yaşımdan beri Meral'cim sağolsun hemen hemen tanına bütün mekanları ziyaret etmişliğim var.
Finanse edilmese ciddi zor iş.
30 yaş civarında başlarsın. Ondan sonra da artık zevkin oturmuş seçer durursun.
Güzel bir kebap denince adresleri vardır, Meral 'in. Tiryaki de onlardan biriydi.
Akmerkez'in Ulus kapısının karşısında her geçtiğimde o'nu orada görüyor olmak bana kaybolmadığımı gösteren levhalar gibi gelirdi.
2-3 hafta önce baktım başka bir isim.
Yine senaryolar yazdım. Ne oldu bunlara diye ?
Hasır'ın ( benim çocukluğum en lüks restauratı ) sahibi ben gençken çok borcu olduğu için kendini vurmuştu o günden beri kapanan mekan içimi burkuyor.
Neyse içime o kadar dert olmuş ki; Senem'e KARATAY'ına uygun yemek ararken pat diye Yeniköy'de çıktı karşımıza.
Bir tat bu kadar mı değişmez ?
Ellerinize sağlık ,harikaydı herşey.
Başka bir gün ki önemli bir gün Mini'nin kızı ile tanışma çekimi sonrası Nişantaşı Mezzaluna'nın yerine açılan Per Cente'ye gittik. % 100 demek :)
O mekanın bende yine çok anısı vardır. İlk sarhoşluğum oradan çıkıp Reasürans'taki Kerem Görsev'in Jazz Barına çarpık adımlarla yürüyüşüm 20'li yaşlarımın favori yeridir Nişantaşı Mezzaluna.
Lüks ve sporun buluşup ,beni gülen aydedelerin rahatlattığı, bana ait bir mekandır.
Pek çok arkadaşımı ilk ben götürmüşümdür.
Yemeklerin italyancasını o menüden öğrenmişimdir.
Bora ile Senem ile Sinan ile en çok yine Meral ve Kermo ile oturmuşluğum sayısız sohbetim vardır.
Başka bir Mezzaluna değil ille de Nişantaşı Mezzaluna ...
Per Cente daha soğuk bir mekan olmuş.
Mini ; balkabaklı ravioli yedi ve memnundu ama deniz mahsüllü risottoyu sevmedim.
Gitmem bir daha.
Ama TİRAMİSU şaheserdi.
O şaheser TİRAMİSU'nun yanında neredeyse bayat denecek tatta bademli tart adında bademli kek gelince kermo şef ile konuşmak istediğini söyledi.
Caprili şefle böyle tanışmış olduk ve İtalyancamız olmadığı için neredeyse özür dileyecektik :)
Son olarak dün Batı Ataşehir'de Özgür Şef'te bir büyük baş hayvanın 1/4'ü kadar et yedim.
Ne olur Dukan ve Canan haklı olsun bu kadar et kilo aldırmıyor olsun.
Özgür kendi karşılıyor müşterileri ve sık sık masaları ziyaret ediyor.
Üstünüzün başınızın nerdeyse donunuza kadar et kokması dışında bence çılgınca lezzetliyidi.
Sadece ET var. Gunaydın STEAK tarzında biryer ama Özgür ve ekibi çok sempatik.
Tanrımmmm yine bu hafta ne çok yemişim beeeennnnnnn..
Patlim e mi ?

25 kişi...

Geçen gün katıldığım bir konferansta , insanın realitede tanıyabileceği ( gerçek anlamda ) maksimum 150 kişi olabileceği bunun yanında sürekli ilişkisini devam ettirebileceği yine maksimum 25 kişi olabileceği sonucuna varılmış.
Kısaca çok akrabanız varsa , arkadaşlarınız, çok elemanınız varsa akrabalarınız işte o dönem hangi kimliğiniz ön planda ise erteleniyor olacak...
Kendime kim bu 25 kişi diye bir liste yaptım dün gece...
Ama realitede 25 kişi ile bile kaliteli bir ilişki oturtmak zor.
Benim toplasanız akrabam 6 kişi olduğundan arkadaşlarım ve ekibim torpilli durumda.
Ama hayatımda 4 kişinin ağır rolü var.
Eşim-Annem-Kardeşim ve Oğlum...
Yollar, saatler, mesafeler hele ki 2.5 yıllık anne olarak ve tek destek aldığı akrabası annesi olan benim için hayli böyle.
Oysa ki bazı ucu bırakılmış ilişkiler beslense ne kadar ışıltı kaplar insanın yaşamında.
Kendi içime dönüp baktığımda benim BAŞARI çok öncelikli değerim...
Hala iç referans biri olarak esneyebildiğim kadar esniyorum çıktığım bu bilgelik yolunda bazen kendime şaşacağım kadar da hızlı yol alıyorum.
BAŞARI'yı tam olarak hissetmem için bu 25 kişinin de başarılı olduğumu düşünmesinin çok önemli olduğunu fark ettim.
Ben ağzımla kuş tutsam ve bu kuş otoritelerce takdir edilse de , annem, eşim ve kardeşim bana bu noktada geri bildirim vermedikçe hissetmiyorum.
Bu 3 kişi de fena halde takdir cimrisi.
Bu da beni takdir arsızı yapıyor olabilir.
Ben ne kadar pedagojik formasyon almış, hamileliğinden beri çocuğunu danışman yönlendirmesi ile büyüten bir anne olsam da , annem geçenlerde senin Kaan'la çok sağlıklı bir ilişkin var demesi ile derin bir ohhhh çektim...
Eşime sanırım benim kariyerim şu dönem için memnun olmadığı kendi kariyerini hatırlatıyor.
5. yılını doldurmuş bir şirketin sahibi olarak asla ve asla ondan bu konu ile istediğim duymak istediğim geri bildirimi duymadım.
Belki herkes için böyle
İşle ilgili onunla her konuşmamızda verdiği geri bildirimle , kayınvalidemle tanışma anım geliyor aklıma.
- Anne , Bade felsefe okudu çok çalışkan , okulu 1. likle bitiriyor demişti-  eşim....
Kayınvalidem de - o kadar akılllıysan niye Boğaziçi Üniversitesi'ni kazanamadın - demişti.
Ben o günden beri yine bu soru gelir diye okulu derece ile bitirdiğimi söyleyemem.
Sıradan bir iş yapıyorum gibi gelmesi işte benim bu geribildirime kendimi muhtaç kılmamdan geliyor.
Oysa ki evet resim ortada.
Evet dışına çıkınca farkındayım oradaki parıltının...
Bu gece oscar ödülleri var...
Ben de oraya çıksam first of all beni bu süreçte sonsuz destekleyen eşime ve anneme diye başlamak hayatımın en kilit cümleleri olurmuş farkındayım...
Oysa ki görünen köyleri görmek te erdem belki de.

benden bir eurovision yorumu....

Şimdi Can Bonomo'ya şarkı sipariş verdiler, çocuk da beste yaptı.
Nasıl birşey ki bu. ?...
Sanatçıyı seçip , eser yaptırtmak , yarışmaya yollamak.
Böyle sanat yapılabilir mi gerçekten ?
Eser değil midir öncelikli olan.
Yani ey yazar seni seçtim ülkemiz adına bu yıl nobele sen katıl, otur 3 ayın var birşeyler yaz.
Beyin böyle çalışabilir mi?
İlham gelir mi?
Yaratabilir mi?
Yaratılmış şarkılar arasından seçim yapmak değil midir hakiki olan.
Çocuğun yerine ben stres yaşadım.
Tam dinleyemedim neşeli bir şarkı çıkmış ortaya sanırım ona da çalıntı deniyor.
Değildir ama sen o kadar kısa sürede şartlı bir şekilde bir eser üretirsen o'na da benzer bana da benzer.
Ayrıca kendini toplayıp bakamazsın da ya esinlendim mi acaba diye ?
1 ay falan oldu Can'a , hadi seçtik, üret birşeyler diyeli.
Ha şu var Ortaçağ'da Asiller ressamların mimarların yaşamını finanse edip onlardan klise yapmalarını resim yapmalarını istiyorlarmış ama 50 yıl süren eserler var.
Portre ise portre başka bir iş zaten.
Sanırım tüm ülkelerde eurovision'un sistemi böyle ve saçmalığın dik alası....
Bu arada Magazinciler Sezen'e soruyorlar kafası iyiyken , ne tatlı cevap verdi.
......Can Bonomo iyi bi çocuk, kendi kendine müziğini de yapio, daha napsin ha bi de enerjik, sevdim ben o'nu....
Ciddi sarhoştu o çekimde.
Bir insan sarhoşken işte tam böyle konuşuyorsa o gerçekten öyledir.
Ara vermiştim Sezen'i sevmeye 10 yıl var belki, şimdi yine meşhur olduğu için görüşemediğim teyzem gibi hissettim...
Bunlardır eurovisiona dairlerim :)

3. Gün...

Kararlılığım, hazır cevaplılığım ve spotanlığım var elimde hepsi senden gelenler...
Daha bağışlayıcı olmak hayatımdaki butun değerleri daha doyasıya yaşatacak bana.
Bu yüzden 15 yaşım ve 33 yaşım arasını kutuya kitliyorum artık.
Su her daim iyi geliyor bana.
Sesse baş edemediğim musluktan akan suyun sesi bile daha kuvvetli kılıyor.
Şimdi Şelaleler yarattım şimdi kendime...
Dört bir yandan akan şelaler...Üstüme akan, geçmişin üstüne akan şelaler. Sular sulara karışıyor.
Daha büyük sulara...
18 yılı beni kuvvetlendiren , bilinçlendiren , büyüten 18 yılı da yıkadım, erittim şelalerde...

Kattıkların için teşekkür etmek kaldı geriye.
Sen gerçekten bir kız çocuğu için süper bir babaydın.
Gençlik yıllarıma gelince uzundur buralarda değildim ya da oralarda :)
Ne yaşadıysan içinde değildim, kendi hayatımdaydım...
Olanın kadarı ile ben ; ben oldum...
Böyle bitti 3. gün...

23 Şubat 2012 Perşembe

2. GÜN...

Müşterimin sözünü kesemediğim içim 9 dakika rötarla dersteyim...
Marilyn kendi hikayesinin detayına indi.
Ne büyük bir yol onun ki...
O bu yolu katettiyse benim aya gitmem lazım  :)
Niye ? çünkü ; ben Godzillayım :)))
Kanada İngilizcesini anlamaya başladım.
Resmen sesine kulağım alıştı.
2-9 yaş arası ne karar verdim ?
9-15 yaş arası kararlarımla neleri pekiştirdim ?
Kendi hayatımı yaşamaya başladığımda neler ekledim bu kararlara...
Vauwwwww diyor ya Marilyn... Vauwwww gerçekten...
Burada çözümleniyor neden ve nasıl giydiğim yalancı güç godzillayı...
Peki hayatta tutku ile ne seviyorum...
Gölköy'deki minik iskeleciği ve saat 18.30 gibi herkes gittiği andaki halini.
18.30-20.00 arası orada olmayı.
Sonra oradan suya atlamayı.
Alacakaranlık vakti serin suda yüzmeyi...
Oğlumun heyecanını sağlıklı görüntüsünü. Dişlerini göstere göstere gülüşünü...
Eşimin elinde çicekle koşan halini...Saf halini... Neşeli ve komik halini...
Duru güzel insanları...
Bebek saçlarını....
Kararlılığımı....
Bilgi almayı...
Bilgi vermeyi...
Anın tadını çıkarmayı....
Anın tadını çıkarabilen insanları....
Sahnede olmayı...
Güzel sesi olanları...
He unutmadan...
Geçmişte Hediye aradım.
Tiyatro çıktı kutudan....
İyi ki de çıktı...

DUYGUSAL ZEKANIN 9 ALIŞKANLIĞI ( 1. GÜN )

İşte Marilyn karşımda...
Umduğum gülümsemesi ile.
Ve tercüme yapmak yine sen yapınca ne kadar hafif  ve ne kadar yerinde Zerrin Hoca...
Çok yetenekli bir kadınsın bir kez daha sana güveniyorum senden emin oluyorum.
Suadiye'deyim ...
Suadiye'yi seviyorum.
Ama çok yol katetmişim, mutluyum.
Artık nerede oturmalıyım diye kafamı meşgul eden birşey yok hayatımda.
Evimi seviyorum.
Kendime severek yaşayacak bir ortam yarattığım için kendimi takdir ediyorum.

Eğitim ; hele ki insan üzerine eğitim bana iyi geliyor.
Birkaç egsersizden sonra kalbim yine ılık bir hava ile doluyor.
Neşe ...
Koçluk ve NLP'den sonra yeniden üzerine konan büyük renkli kelebek.
Birkaç yıldır sesi boğuk duyulan en sevdiğim yanım...
Herkese sataşasım var...

Bugün yine netim 40'ımdan sonra sadece KOÇ ve EĞİTMEN'im....
Tanrı beni buraya adım adım çekiyor ben de Tanrı'yı gayet net duyuyorum...

Ben bir Godzillayım...
Bu rolümle tanıştım.
Rolller- Korkular....
Korkular.....Bağımlılıklar....
Ebeveyn olmak....
Bana kalan izler....
Biz neler iz (liyoruz ) peki evdeki  minik Godzillamıza....
Heyecanla eşimi arıyorum...
Öğrendiklerimi anlatıyorum.
Öğrendiklerimi merakla dinleyen halini çok seviyorum eşimin...
Godzilla olarak DUYGU YOLU'nda yürüdüm.

Kıbrıs şivesine tapıyorum.
İyi ki ; var Kıbrıslı katılımcılar...

Buz SESİne takıntım çözümlendi...
Elinize sağlık....

BİR MİNNET MEKTUBU....

Bugün katıldığım eğitimin ödevi olarak yazıyorum bu minnet mektubunu.
Hayatınız boyunca sizi destekleyen bir kişi seçin ve ona karşı sonsuz sevginizi dile getirin ....

.......
20 yaşında anne olsaydım nasıl bir anne olurdum bilemiyorum.
Dahası olamazdım diye düşünüyorum.
Hele ki ; anne olduktan sonra iyice bu şekilde düşünüyorum.
Ne kadar büyük bir sorumluluğu ne kadar küçük yaşta almışsın ...Beni istediğin ve kabul ettiğin için teşekkür ederim...
Genç yaşta bu kararın; oğlumu sağlıklı ve dinç bir anneanne ile büyütme lüksünü verdi. Bugün yine oğlumla kitap okurken, kitaptaki büyük anne resmine bakıp bana şöyle dedi ;  anne- benim anneannem daha çüçük daha cücel...
Sana kendine bu kadar iyi baktığın bu kadar sağlıklı olduğun beni sürekli annesinin benden çok daha küçük yaşta uğraşmaya başlayan insanlar gibi yaşatmadığın için teşekkür ederim....
Bu aklıma başka birşeyi daha çağrıştırıyor. Benim annemi kaybetme korkum da olmadı. Ki; şimdi yeni yeni 30 yaş sonrası tekrar kendi içime tuttuğum ışıklar gösteriyor ki, bu da çok ciddi bir ferahlık...
Kurallarınla, yargılarınla çoğu zaman benimle örtüşmeyen doğrularınla hep benimle olacağını bilerek yaşamak ne kadar rahat basmamı sağlamıştır kim bilir zemine. Sana bunun için minnettarım...
Beni ne kadar yorduğunu düşünüyorum çoğu zaman İYİ BİR ÖĞRENCİ olmak zorunda olmamın, fonda senin sesin...
Ortalama notlar aldığımda seni üzeceğimi düşünürdüm. Senin; hiç bir arkadaşımın annesi senin kadar dersleri ile ilgilenmediği için benim şansım olduğunu , kıymetşini bilmem gerektiğini ve tabii ki herkesten daha iyi olmam gerektiğine inanırdım. Sonra ki hayatımı da böyle yaşadım...
Belki de bizim bir takım olduğumuza en iyi BİZİM olmamız gerektiğine dönüştü bu inancım ....
Sonra 'yorgunluk' dediğimin beni ne kadar beslediğini, bu sayede aldığım takdirlerin özgüvenimi ne kadar pekiştirdiğini anladım. Bu denli kendime inancımı beslediğin için teşekkür ederim...
Yalnız olduğunu hissettim hep. Aşk dolu bir baba ile büyüdüm evet ama içindeki büyük yalnızlığı o'nun değil ancak benim doldurabileceğimi çok çok küçükken belki de babam askerdeyken anladım ve senin boşulkarını doldurmayı görev edindim.
Annelik yapmaya başladım cümlelerimle...Başka bir dil edindim...
Seni sonsuzca memnun edebilme çabası zaman içinde senin dediğini , talep ettiğini, anlattığını duymama sebep oldu.
Ayıklayınca anılarımızı bunu böyle gören ve duyan bendim. Oysa ki ;bu yönetme hali erkendi ama beni 23 yaşımda yönetici yaptı...Bunu da bana eklediğin için teşekkür ederim.
Kazandığım değerlerin yanına yapışmış fotoğraf karelerin var.
Özgürlük denince aklıma senin özgürlüğün gelir mesela kendimin ki değil. Ama özgürlük ve özgür kalmak önemlidir benim için.
Tutarlılık deyince geçmişteki bir anla o anki söylemi eşlemen gelir belleğime.
Mizahsa çoğu zaman beni ayakta tutan yeni insanlara bağlayana şüphesiz senin ve babamın kahkahaları gelir.
Birlikte babama sataşırken öğrendiğim espri yapma yöntemleri gelir aklıma.
Bilgi değerine sahip olmak benim için sana da layık olmak demektir.
Ne yaparsa yapsın bir anne , bir evlat % 100 memnun olmuyor ondan .
Senden ummadığım, sana yakıştıramadığım bir sürü söz var senden beynimde kalan. Çünkü anneler 'mükemmeli' oluyor çocuğunun.
Mükemmelse bizim biraz da kafamızda yarattığımızın aksi değil mi ? Hayalin aksini aramaktandır geçici kızgınlıklarım.
Mükemmele bu kadar yakın olduğun için teşekkür ederim...
Benim annem olduğun için teşekkür ederim...