26 Ekim 2011 Çarşamba

bir bebek doğunca...

huzur kaplar onlarca insanın içini...
masumiyet vücut bulur...
değme sanat eserlerinden daha bakılası bir güzellik uyanır...
saçma gelir soğukluk, uzaklık, kızgınlık...
yollar anlam bulur...
ruh yumuşar...
saflık halidir 'o'...
sevinçten çığlık dolar insanın göz pınarına...
sevmekten ötesi anlamsız olur...
melek konar hayata adeta...
bir bebek sadece bir bebek verdiği tüm yorgunluğa değer...
bir bebek doğunca iyi ki doğar...
iyi ki öyle kokar...
öyle uyur...
öyle emer....
bir bebek en güçlü güçten daha büyük bir güç sığdırır insanın içine...
Tanrı herkese nasip etsin....
bebekler hep en iyisini yaşasın...
tüm bebekler bunu hakeder....

24 Ekim 2011 Pazartesi

Van'ı ısıtmak isterim...

Gece -1 derece şu an Van.
Nasıl yapabilirim ?
Van'ı ısıtmak isterim...
Böyle bir felaketten kurtulduysan bari üşümemelisin.
Herkese sıcak hava gönderebilsem...
Hepsini oradan toplasam ya da
Sıcak sıcacık bir yere gönderebilsem...
Olan oldu yaşanan yaşandı...
Üşümeyeceksiniz tek başıma garanti edebiliyorum desem...
Çocuklar üşümesin...
Kimse üşümesin...
Yaşanan iç titretiyor bari hava üşütmesin...

bir gün bir tır şerit değiştirir....

kendimize ne kadar güvenli bir ortam kurmaya çalışırsak çalışalım...
hayat SAÇMA TOKATlarla dolu derdi Cengiz Hoca...
Yaş aldıkça gün gibi gerçekliği ortada aşikar...
Offlaya poflaya eve gidiyordum cuma günü...neyin ofu pofu belli değil...
Sultanbeyli otobanında kaza haberi..
Saçmalığın ta kendisi.
Saat 15.00 civarı.
Tır şerit değiştiriyor...
yok oluyorsun.
belki 5 dakika önce ha vardık diyorsun, sonra bitiyor herşey.
belki 1 dakika önce bir şarkıyı dinliyorsun , susuyor...
belki biraz daha para kazanınca yandaki arabadan alacağım diyorsun, arabalar gidiyor...
bir an....
sessizlik...
ve hiçlik...
koca saçma bir tokat...
o yol benim evime 5 dakika...
o yol benim en yakın arkadaşlarımın evinin yolu....
o yolda hikayeler bitti...
bu kadar kolay saçmanın tokat atması...

I have nothing ıf ı don't have you...

ilk kez kardeşim olduktan sonra ben şehit haberlerini duymaya başladım...
yani 10 yaşından sonra hep kulaklarım dikildi...
daha öncesinde haberleri düzenli dinleyen bir ailede ben bu acı haberi ayaklarını kaybettiler diye anlardım...
dedem ve anneannemin de işine gelirdi bunu bu şekilde duymam- anlamam.
anlamaya başladığımda fena koymaya başladı.
neyin nasıl  neden olduğunu anlamak daha da acıydı.
okudukça herşey karmakarışık..
hak verdikçe korkmak...
biz hepimiz bu gerçekle büyüdük...
benden habersiz kermo askere gitmeye karar verdi ve geldi ben seninle evlenmeye karar verdim askere gidiyorum dedi.
bunun romantik bir evlenme teklifi olduğunu düşünüyor hala kendisi.
kuraları beklerken korkudan neler yaşadım- yaşadık...
denizci oldu bir ohh çekmiştik...
oysa ki bu öyle birşey değil ki...
hala kardeşim askere gitmedi.
ve şimdi 2,5 yaşında bir oğlum var...
en yakınınızdaki çembere değmedikçe biraz daha az acıtacağını düşünerek acıdan kaçmak..
hep o korku...korkuyla yaşamak...
hep birşeyler olacağına dair ümit...
geçenlerde kişilik envanterleri konusunda birlikte çalışmaya başladığımız şirketin Belçikalı yetkilileri Türkiye için yaptıkları norm çalışmalarında, Türklerin başkalarına çok zor güvendiklerini ve şüpheyle yaklaşan bir toplum olduklarını söyledi...
sadece bu korku ile yaşamak bile yetmez mi?
yeter de artar bile...
terör HSBC binasını patlattığında ben güvenlik sektöründe çalışıyordum..
gün aşırı alış veriş merkezlerine birşeyler olacağına dair ihbarlar alınıyordu...
tek tek yakınlarımı kontrol altında tutmaya çalışıyordum.
kimse bir yere gitmesin istiyordum...
kimi nereye kadar neden ...
nasıl bir çığlık atar insan bu haber kapısına gelince...
ne avutur?
nasıl olur...
bunları düşünmek bile nasıl böyle kavurur...
doğum tarihleri, terhis olma zamanları, kimisi baba, kimisi en kıymetli oğul, ağbi, belki evin direği...
hepsi gencecik...
genç olmasa ne olur...
zamansız...
çok zamansız...
canımız yanıyor, hep yanıyor...

22 Ekim 2011 Cumartesi

Beyoğlu Tatminsizliği...

Artık çok az Beyoğlu'na gidebiliyorum...
Beyoğlu'na gitmeyince de kendimi olan bitenden bi haber hissediyorum.
Gidiyorum yetmiyor...
Hep başka bir şey daha geliyor aklıma yapılacak...
Binaların tepelerine bakıyorum da bakıyorum, yıllardır bakıyorum bazılarını ezberime kazıdım.
Daha çoğunu kazımak istiyorum.
Şarap içip peynir yiyorum aklım gözlemede kalıyor...
O'nu yesem bira balık istiyorum...
Böyle sürüp gidiyor.
Yoldan simit alsam , kestane, kestane alsam dondurma gözüm...
Kitapçıları da gezmek istiyorum terkosu da....
Markizde de oturmak istiyorumŞİMDİ'de de ...
Ayran gönüllülük, doyumsuzluk gidiyor.
Hem saatlerce tünelde gelen geçeni izlemek istiyorum hem sinemaya gitmek.
Hem klise gezmek istiyorum hem kaybolmak...
Her gidişimde daha eskileri sindirmemişken yeni mekan açılmış oluyor.
Eksiği kapatmak için time out, istanbul life hatim indiriyorum.
Bu sefer merakım ikiye katlanıyor.
Gece gitsem akşamüstü gitmediğim için, akşamüstü gitsem hiç kahvaltıya gitmediğim için merak içindeyim...
Baharda gitsem karlı halini hayal ederim.

Demirören pasajı açılmış mesela.
Ne olabilir ki diyor bir yanım diğer yanım ilk iş buraya da gelmek lazım diyor...
Bir cafenin önünden geçiyorum atıyorum salı akşamı jazz keyfi diyor bakıyorum perşembe uffluyorum...
Ama hala Galatasaray Lisesinden aşağısını seviyorum.
İstiklal'de cidden sabah h.içi yürüyüş yapmak çok mest edici olur ama öğleden sonra değil.
Eski mekanların yeniden canlandırılmasını seviyorum...
Artık interland daha da büyüyor, şişhane, tophane ve karaköy'de de yapılacaklar ve görülecekler var.
Cihangir başka bir merak konusu zaten.
Bir algı cümbüşü...
Trafik yüzünden h.sonu tercih etmiyoruz , h.içi zaten sistem malum, Kaan'a uzak olmama seçimi.
Nasıl olcak bu 3 ayda 1 gitmelerle bilmem. 
Hep bir hasretlik, hep bir yetmezlik...

ALTIN KIZLAR HAMAMI HAYALİ...

çocukluğunuzun veya gençliğinizin birlikte geçtiği arkadaşlarla sonradan eklenenler arasındaki BARİZ fark çok çok nadiren kapanıyor.
hangisi gerçek dost ? ille de eskiden taşınan diye diretmek anlamsız ...
ama şu var ki; eğer yerinde ve zamanında iki taraftan biri törpülenmeye başlarsa eskinin tadı başka.
geçenlerde fakına vardığım başka bir nokta da..
ben eski arkadaşlarımın annelerine de çok düşkünüm...
EYLEMSEL değil ama HİSSEL...
onlarla ayrı kaldığımda onlara ait herşeyin dışında annelere de özlem çekiyorum.
oğlum şu an liseden yakın bir erkek arkadaşımın kızıyla arkadaş oldu.
annem ve babaannesi geçen gün onları birlikte jimnastiğe gittiler.
ben Serpil Teyze'nin benim belki de dışarıda kutlamaya gittiğim ilk doğumgünündeki özenini, ev poğaçasını, sakin gülümseyişini , nezaketini, Bora'yı binbir kızgınlıkle bazen de hesap sormak için aradığımda o telefon açışındaki sukunetiyle kendimi nasıl frenlediğimi bilirim...
şimdi o Alya'nın babaannesi...
Annem Alya'nın babaannesi sanki biraz daha durgun olduğunu söylediğinde ben Serpil Teyze'yi ne kadar sahiplendiğimi o'na birşey söylenmesini istemediğimi farkettim.
Oysa ki birşey de demedi annem.
Sonra Ayşe Sultan var zaman zaman aklımda.
O'nun telaşlı ama azimli , rekabetçi anneliği... Gülnur kadar nazım geçer- Gülnur kadar nazı geçer bana.
Üfoyu da çok seviyorum. Oğlum hatta üfoyu daha sık görsün burada olsa da bazen onda kalsa istiyor canım.
Senem'den gayrı bir bağlılığım var Üfo'ya. Hani hastalanınca falan bana ait birşeye birşey olmuşcasına kitlendiklerimden. Çok rahat hissediyorum yanında kendimi.Öyle saatlerce otururum yıllar geçse de.
Ayfer'in annesi, o Türkan Şoray gözleri...Bade'cim deyişi babamın kadıcağızı bizim yüzümüzden azarlaması...
Bir de o'nun Hülya Teyzemin ilişkilerle ilgili söylediği söz ...O zaman 15 yaşında falanım...Bade'cim bal olsan ne kadar yenirsin bir düşün demişti. Öyle evlilikle ilgili bir sorunu olan bir kadın değildir. Ayfer'in babası ilkokul aşkı ile evlendiğini hep söyler ...Bu lafa ben hala döner dururum.
Esra'nın annesi İclal Teyze. Ne zevzekliklerimizi ört pas etmiştir.
En çok ama en çok Arzu'nun annesini anladım.
En deli zamanımızda gözlerindeki kaygıyı, sevgiyi, muzipliği, fedakarlığı...
Sesini duyduğumda ne gereksiz geldi uzak kalmam.
İçim cızzz...
Nasıl özlemişim...
Özlüyorum ben arkadaşlarımın annelerini özlüyorum...
Barbaros yıllarca bekar arkadaşlarımız partnerlarından ayrılınca biz şimdi niye diğer tarafla görüşmüyoruz diye hayıflandıydı, tabi sevdiği biriyse, zaten ayrılınan kişi bir haksızlık bir yanlış yaptıysa arkadaşınız affeder de siz affedemezsiniz.
Ben de annelerle daha çok görüşsem valla daha yumuşak daha makbul biri olurum...
Ve bu saydıklarımı bir araya toplasam birbirlerini de nasıl severler...
Bi de ortalarına son yıllardaki favorim Servet Teyzeyi oturtsam...
Alsam hepsini hamam gitsem.
Herkese hamam kese köpük hediye etsem.
Onları seyretsem...
Yenilerden Ayşe Teyzeyi de çağırsam...

Valla NLP'deli mükemmellik çemberinden daha yeğ...
Çok sevdim bu hayalimi...

13 Ekim 2011 Perşembe

anne meni filme cöcür...

Kaan hoşçakal de anneanneye sinemaya gidiyor dedim.
Demez olaydım...
Ben de, ben de, ben de...
Bu aralar böyle.
Kaan tutturdu mu, tutturuyor...
E hadi o zaman boşuna şehrin içinde olacağız diye dövünmemiş olayım bari dedim.
Atladık, sinemaya.
Kaan'ı ilk Şirinler'e götürdüm bundan 2 ay önce.
Bayıldı.
Arkasından Arabalar'a , hipnotize oldu.
Şimdi Aslan Kral Simba'yı izledik...
Öyle komik ki...
Artık çizgi filmler 3D.
Gözlükle izliyor, bazen sıkılıyor, filmin ortasında anneeee tut munu tut diye veriyor gözlüğü.
Mısır yiyor, su içiyor.
Anne ne omdu? diye bağırarak filmin ortasında soru soruyor.
Simba kükreyemedi küçük olduğu için.

Kaan çılgınca kükrüyor salondan ekrana Sinba'ya kükremeyi öğretiyor.
Çizgi Filmleri hep çok severdim.
Şimdi bu görüntüye hayranım.
Dikkatine, konsantrasyonuna, saflığına...
Harika şeyler yaşatıyorsun annem...
En güzel filmler senin olsun...

Kalbim Boğaz'da Kaldı...

İstanbul'un çocukları birbirleri ile üniversite hayatı ile tanışırlar.
Karşı tarafın çocukları ile İstanbul çocukları.
Kadıköylüler'le, Beşiktaş'tan Mecidiyeköy'e devam edenler.
Üniversite hayatında karşı taraflı arkadaşlar edinilir.
Vapurla, Taksim dolmuşu ile ya da Bostancı :) köprü geçilmeye başlanır.
Her 2 tarafa geçenin de dönüş vardır kafasına.
Vapur saatleri, dolmuş saatleri, 212 saatleri bilinir.
Öğrenciyken köprüdeki sıkışıklık can sıkıcı değildir. Daha çok sohbet edilir, daha çok müzik dinlenir  neticede  iş saatlerinde geçmek çok da sık başına gelmez insanın.
Avrupa yakasında doğup büyüdüyseniz Anadolu yakasına geçtiğiniz de yuvarlak bir döngünün içine düşmüşsünüz gibi gelir. Dünya evet yuvarlaktır Anadolu yakası hepten yuvarlaktır :)
Biz Kadıköy'den dolmuşa binip Gülnur'la Kalamış'a bir tatlı huzur almaya gitmek istemiştik, epey yol gittik arabada kimse kalmadı, neredeyiz demiştik adam Bostancı demişti, biz Kalamış'a ne zaman geliriz dedik, döneceğiz demişti :)) Dönüp Kadıköy'e gelmiştik...
Dershaneden arkadaşım Erenköy'de oturuyordu, doğumgününe gelmiştik , tek Avrupa yakası insanı bizdik.
Anadolu yakası gençleri dingin ve rahattırlar bizler huzursuzduk. Yakamızda değildik dönecektik :)
Kermo ile ilk çıkmaya başladığımızda bir pazar beni fenerbahçe romantikaya götürdü , içimden Yıldız Parkının düz ve önünde deniz olanı diye düşünmüştüm.
Başka bir gün Bağdat Caddesindeki Kristal'de ( starbucks olmadan ) hamburger yedik , nişantaşı piknik büfenin hamburgerinin aynısı ama burada oturma yeri çok diye düşündüm.
İş hayatına atılınca Kadıköy'lü arkadaşlarınızı hep bir taksime götürme onların da sizi vapurla Kadıköy'e geçirme motivasyonları olduğunu görürdünüz.
Huzursuz oluyorum demişti birgün Buket. Vapurdan iniyorum Beşiktaş'a geliyorum huzursuz oluyorum.
Evet Avrupa yakası huzursuzdur. Daha telaşlıdır. Yolları daha karışıktır. Yuvarlak ve paralel değil, dağlar denize dik :) bir tarzı vardır. Herşey daha uzun sürer. Alternatif çoktur. Önce birşey Avrupa yakasında olur. Bir mağazaya caddede yeriniz var mı diye sorulduğunu görürsünüz. Oysa ki caddedeki tüm mağazalar zaten Avrupa'da vardır bu soru sorulmaz.
Evlendikten sonra Anadolu yakasına taşındık. İlk sebebi gerçekten oturacak semt bulamayışımız seçtiğimiz, Yeşilköy, Etiler ve Gayrettepe gibi semtlerde bizim maaşımızla ödeyebileciğimiz kiralardaki evlerin EV olmayışıydı.
Bize Bostancı'daki Deniz manzaralı şimdi baktığımda maksimum 90 m2 neti olan ev o zaman leb-i derya salon salomanje gelmişti. Aşık olmuştum ben.
Bir Avrupa yakası çocuğu olarak çok sevdim ben Anadolu yakasını. Gemileri, Treni, Trenin kestiği yollarda kaybolmayı, Dalyan'ı, sahil yolunda bisiklete binmeyi, dolmuş rahatlığını. Kozyatağı- İçerenköy denklemini çözdükten sonra hayat çok basittir bu yakada.
Şimdi 10 yıl oldu. 22 yıl Avrupa'da , 10 yıldır Anadolu'da yaşıyorum.
Gece eğlenceleri değilse beklenti yemek yemekse herşey elimizin altında.
Son 2 haftadır İstanbul'un en çok İstanbul oluşunu tamamlayan şeylere denk geliyorum hiç de özlemediğimi düşündüğüm Avrupa yakasında.
Geçtiğimi hafta 1 öğlen kermo ile yeniköy'de balık yedik.
Allah'ım nasıl bir güzellik, yalı restaurant..
Nasıl bir palamut...
Palamutluluktu resmen.
İşte o resim o manzara ve o balık ( belki ben denk gelmiyorum şans) bu yakada Koçosundan Lacvivertine hiçbir yerde yok.
Öyle bir şey ki İnsan neden bu şehrin azabını çektiğini o resmin ve o tadın içinde olunca anlıyor.
Sonra Nuran'la Sarıyer yolunda müşteriye gittik.
Hadi dedik ucundayız Rumeli Kavağında yemek yiyelim.
Herhalde nutkumuzun tutulması bu demekti.
1 saat gibi bir süre Gelişli'de oturduk ve midye yedik.
Yaptığımız işin , o yolu tepmemizin , hayatımızın anlamı yerine geldi.
Ben tam 34 aydır midyeyi Bodrum dahil ağzıma sürmemiştim.
Çıtır çıtır çocukluğumdaki gibi.
Babam hafta sonları kavağa götürürdü bizi ondanmış Midye bulamıyışım.
Gitmiyorum ki hiç...
Yeşilin maviyi sarmalladığı, karadenize doğru açılan kooocaman bir ferahlık...
Bunu yaşamıyorsan gitmek istersin bu şehirden.
Bu şehri bu şehir yapan tam da bu...

Boğaz ve Avrupa'dan Boğaz'a bakmak...
Anadolu yakasını evet tek geçerim ama aslan payını bu sebepten Avrupa almış yapacak birşey yok.
Keşke trafik olmasa keşke bunlar 3 yılda 1 yapılabilecek şeyler olmasa da anlamlı olsa İstanbul'da olmak.
Yeniköy'de bir emeklilik evi, boğazda yapılan bir yürüyüş, Kavak'ta öğlen yemeği...
Kutsal üçgen budur....
Kutsayalım, tapınalım ...

11 Ekim 2011 Salı

çok isterdim.....çok isterim....

  • 3 günde 1 , Yarım Saat Erken evden çıkıp düzenli fön çektirmeyi...
  • Çorapları çiftleri ile eşleştirip makineye atmayı...
  • Ara ara değil süreki düzenli ve bana uygun beslenmeyi...
  • Günde 10 dakika kitap okumayı...
  • Üşenmeden her gün blog yazmayı...
  • Blog yazamıyorsam da o gün aklımdan geçenleri cebime not almayı...
  • Kredi kartı ödemelerimi düzenli takip etmeyi...
  • Haftada 1 annemle konser, tiyatro veya sinemaya kesinlikle gitmeyi...
  • 3 günde bir oje yenilemeyi..
  • Rafta duran sınırsız kremi düzenli ve layığı ile kullanmayı...
  • Sitemde spor salonu varken günde abartmadan 20 dakika yürümeyi...
  • Para çekmeyi unutmamayı...
  • 19'dan sonra birşey yememeyi...
  • Haftada 1 , 1  saat Remzi Kitabevinde şuursuzca dolanmayı...
  • Ayda 1 cilt bakımına gitmeyi...
  • Ayda 1 kız arkadaşlarımla akşam plan yapmayı
  • 62 kg olmayı...
  • Tılsım'ı düzenli veterinere götürmeyi...
  • Haftada 1 eşimle dışarıda yemek yemeyi...
  • Haftada 1 evde güzel bir yemek yapmayı...
  • Arabamı düzenli tutmayı...
  • Cdlerimi düzenli tutmayı...
  • Takılarımı düzenli tutmayı...
  • Küpelerimi kaybetmemeyi...
  • Tokalarımı kaybetmemeyi...
  • İnce çoraplarımı elde yıkamayı...
  • Ayakkabılarıma iyi davranmayı...
  • Ayda 1 gece sabaha kadar eğlenmeyi...
  • Ayda 1 üşenmeden adaya gidip yürümeyi ( mevsim ne olursa olsun...)
  • Ayda 1 Yıldız Parkında saatsiz takılmayı...
  • Ayda 1 klise gezmeyi...
  • Ayda 1 babaannemi görmeyi...
  • 6 ayda 1 anneannemi görmeyi...
  • Haftada 1 tam gün evden hiç çıkmamayı....
  • Haftada 1 Buğra ile kahve içmeyi...
  • Ayda 1 hafta içi gün ortasında kocamla buluşmayı...
  • Koçluk ve NLP notlarımı okumayı...
  • Haftada 2 tane 40 dakikalık koçluk görüşmesi yapmayı....
  • haftada 1 ev için taze çicek almayı
  • haftada 1 Kaanla balık yemeyi
  • 3 ayda 1 hafta sonu kermo ile başbaşa bir yere gitmeyi
  • 6 ayda 1 3 günlüğüne yurt dışına çıkmayı
  • haftada 1 kalamış veya fenerbahçe parkına Kaanla gitmeyi
  • sevdiğim dergileri almayı ihmal etmemeyi
  • abartmadan -koşmadan -sakin sakin
  • ara ara değil hep
  • kendiliğinden böyle yaşamak istiyorum

Kim Tutar'LI ....?

Hayatım boyunca bir öyle bir böyle olmamak adına saplanmışım TUTARLI olmaya.
Babamın çok değişirdi fikirleri; oradan kalma bir değer oluşturma neredeyse HASAR boyutuna varmış aslında.
Babam birini anlatırdı yere göğe sığdıramazdı, şöyle adam , böyle adam, aman ne adam...
3 ay sonra inanamazdım , birini anlatıyor olur, kazık yemişiz ailecek , aaa kazığı atan; bu bizim 3 ay önceki muhteşem adamın ta kendisi.
Bu çok ürküttü beni.
Ya da sayısız ticaret denemelerinden birini başlatacak anlatıyor anneme, bu kadar pazar var, alıcı böyle hazır, alt yapı şu kadar iyi. Yine 2 ay sonra piyasa çok kötü Nükhet derdi...
Korkunç gelirdi bu bana.
Ailesi ticaretle uğraşmış pek çok arkadaşımda var bu arıza.
Kimi güven arıyor, kimi para biriktiriyor, kimi sağlam geliri olan koca, kimi kendisine sağlam bir iş vs vs vs hepimize başka birşey bırakmışlar.
Baktım kendime TUTARLI olmayacak söylediğim diye aklım çıkıyor.
Oysa ki fena halde biliyorum değişmeyen tek şey değişim.
Gelişimin olduğu yerde değişim olmak zorunda.
Korkutmuş beni değişen fikirler.
Hep bir SÖZ üzerine uzlaşma istemişim aslında.
Aralayınca kapıları , didikleyince zamanla, rollerle , durumla değişimin tutarlılığı gölgelemesine takılmamam gerektiğini gördü gözlerim.
Aynı olmayanla tutarsız olan özdeş değil belki de...
Ya da TUTARLILIK kişiler ve olaylar üzerinden değil öyle büyük birşey sadece ve sadece değerler üzerinden yaşanabilir olmalı.
Herkeste ve herşeyde aynılık, özdeşlik, benzerlik aramak yanılgının ta kendisi.
Değişimi kimliğe saldırı olarak görmek aslında bağnazlığın başlangıcı.
Tutarlı olup güvenilir bir saha yaratmak adına fikri körü körüne savunmak totaliterlik.
Kendi içinde aykırılığın başladığı yer dilemmanın ta kendisi.
HUZURU deneyimlemek adına yaratılmak istenilen güvenilir sahada stabil beklentiler TUTARLI tavır geliştiriyor.
Sonrasında TUTARLI olmayan her adım HUZURU bitiriyor.
Ayşe'ye o günün şartlarında kızabilirim ve bugün anlayabilirim.
Bu benim geliştiğimi gösterir, tutarsızlığımı değil.
Ne çok incindim oysa ki ben karşı tarafı tutarsız sahada görünce.
Belki de feylosoflardı ortalığı karıştıran yine....
Doğrulukla Tutarlılığı aynı kefeye koyarlar çünkü...
Bir tanımla:
Bireyin bütün inanç, strateji ve davranışları tamamen uyumlu olup, istenen hedefe ulaşmaya yönelik olduğu zaman buna tutarlılık denir.
Kendi değerleri içinde tutarlı olmak yeterse hepimize kızmayacağız sanırım hiçbirşeye.
İşin içine empati girdi mi zaten diğer olup çıkıyorsun. Kimin tutarlılığından söz edeceğiz o anda...
Fikri Sabitliğe olan tepki nerede peki...
Tutarsızım, doğru insanım, esneğim , rahatım bundan sonra...

Annelik sisi

Anne olduktan sonra attığım her adımda ayağım ağır ruhum ağır benim.
İŞ dışında olduğum her an tüm yontulmalarıma rağmen hep bir suçluluk duygusu.
Öyle bir yaşantı ki, unutmuşum neyi sevdiğimi, neyi özlediğimi.
Tüm grup artık gece dışarı çıkma vaktidir deyip çektik isyan bayrağını o gece farkettim.
Anne olmak tüm kimliklerimden çok şey aldı götürdü elbette ama.
O gece anladım ki, en çok sevgili kimliğimi düşürdü benim.
Biz oysa ki hiç eş olmamıştık birbirimize.
Ağıza pelesenk olmuş SEVGİLİ hitabına gıcıklığım var ama şimdi görüyorum net olarak bizi.
Biz çok iyi ev arkadaşıydık, resmi nikahı da aradan çıkartmış olan birlikte yaşayan sevgililerdik eşimle.
Birden annelikle EŞ olmayı bekledim ...
Tuhaf birşey EŞ olmadan BABA olmasını bekledim eşimin.
İçince , gezince , ortada eş durumunda ötürü ortak bir borç yoksa, Kaan konumuz olmayınca , işin içine anneler , babalar, kayın valideler , kayın pederler girmeyince fazlası ile alışkınız biz birbirimizin ritmine.
Var hep bir itirazımız ama itirazlarımıza kızgınlıklarımıza bile alışkınız.
Beklentilermiş ya bizi hayal kırıklığına uğratan.
Bilmiyorum ne beklediğimi de.
Zor ama çok zor...
Evde vakit bile geçirmemiş bir çiftin çocuk büyütürken apışıp kalmaması.
Zor olanı atlattık ...
İzler kaldı, yaralar aldık...
Büyüdük, olgunlaştık, vardır bir hayır...
Ama  çok yorulmuşum ben meğer.
5. kadehten sonra amaaaan ne olmuş ki uyumuştur çoktan Kaan dedim o gece.
Saat 23 suları + alkol + eğlence anne kimliğim düştü.
Nasıl hafiftim...
İş sırasında böyle değilim anne anne yaşamıyorum orada sahneleri ama orada da çok ağır bir sorumluluk ve yük altındayım ben.
Daha çok bu kimlikten sıyrılmak hem akıl sağlığı hem de sağlıklı bir anne olmak için de şart.
Başarırım umarım...
Umarım başarırım...
Bir sis bulutu ne yaşadığımı nasıl yaşadığımı hep gölgeliyor.
Belki katlanılamayacak zorlukları da gölgelemiştir böyle düşünülürse...
3 yaş sonrası dağılan sisin ardından nasıl bir ben çıkacak merak ediyorum...

1 Ekim 2011 Cumartesi

yine 69.7...

Bu benim resmi rakamlara göre son 5 yıldır koruyabildiğim kilom.
İşte pozitif Bade.
Bu kilonun Türkçe meali hassas tartı öncesi açıklaması 70'tir.
Bir ara o zamanlar tartılmıyordum bunun da üzerine çıktım sanırım.
Çünkü beni 70 kg görüp aaa çok zayıflamışsın diyen bir kitle var.
Hamileyken hamile olduğumu anlamayanlar da bu grupta.
Hypoglisemi olduğumu ve bunun ailemdeki pek çok şeker hastası olması datası ile birleştirilince kötü bir gidişat olduğunu anladığımda buna uygun beslenince bir ara 3-4 aylığına 66 kg'ya düştüm canım ben.
Herkes çok zayıfladın demişti.
Aslında aradaki fark 4 kilo.
Evet 4 kilo...
Evet 4 kg  bir beden.
Öyle bir beden ki sağlıklı bir 40 beden ile şişko bir 42 beden.
Git gel...
Evet glisemix endexe uygun yaşarsam kilo veriyorum.
Anlamıyorum işte .
Bazen yapabiliyorum ama çoğu zaman gündemin bu olması bile bana abes geliyor.
Sonra yine eşofman altı giyince kendime kızıyorum.
Aynı döngü 7 yıldır başımın üzerinde.
Sıkıldım , kendimden sıkıldım.
Doğadaki hiçbir canlı kendisine yeten limitlerin üzerinde yemezmiş.
İnsandan başka obez olan bir canlı yokmuş.
O öküz, ayı dediğimiz canlılarda bile yağ ve kas dengesi varmış.
Fil'de kocaman ama boyu var.
Ben hep bu + 5 kg'yi gizleyeceğim diye nereye kadar platform topuk huuu?
Evet haftada 2 saat tenis oynuyorum, oynayacağım da ama ben düzenli spor yapmam biliyorum.
Düzenli spor yapmam için kg vermek ve sağlıklı olmak dışında bir başlıkla birleşmeli.
O kadar çok sevdiğim bir arkadaşım da yok artık peşinden koştur koştur spora gideyim.
Oğlumla birlikte olmayı hep tercih ederim.
He o kg verdiğim dönemde mantıksal algı boyutlarının tepesinde Kaan'la dans ederken görmüştüm kendimi.
Dikkat yine Kaan'ın sağlıklı ve hareketli annesi olmak amacı var.
Bu da tutmadı sanırım.
Bir de beni son 5 yıldır tanıyıp eve gelip 26 yaş öncesi resimlerimi görenlerin artık kanıksadığım o tepkisi.
Çüşşş kızım nasıl bu kadar şişmanladın.
O resimlerde 60 kg'yım çünkü.
Çocukken annem bir gün karnın acıksın diye ağlardı.
Fırından ekmek alıp kopara kopara bizim dükkanın önünden geçmiş Neslihan annemin gözleri dolmuş ben Bade'yi bir gün böyle görecek miyim diye.
Şimdi fırından yeni çıkmış 3 ekmeği de yerim.
Yerim de niye...
Damak tadı değil bu.
Tatminse yuh diyorum daha ne arıyorum tatmin olacak.
Şu sitede 7 bina var, 7 binada140 daire ( Bitlis'te 5 minare gibi oldu )  yeminlen benim yaş grubumda en şişman kadın benim.
Kadoşa bak diyorum 3 çocuk doğurmuş incecik.
Sonra aman onunda suratı hep asık ne olmuş derken buluyorum kendimi.
Ama birinci dereceden yakın çevrem sıklıkla senin de kaşın hep havada diyor ne yapıcammmm?
Harbi kimseye onların anladığı anlamda kızmazken kaşım niye kalkık benim.
Doğuştan Ebru Gündeş kaşım vardır belki :PPPPP
Uzun olsa bi de öyle olurdu kim bilir...
T-shirt yaptırcam kendime ; kimseye sanıldığı kadar kızgın değilim yazan.
Valla değilim.
 70 kg'yim ve tam 42 bedenim ve 32 yaşındayım.
Ve ne yazık ki umurumda...

Eylem'e mektup....

Eylem, benim hesaplarıma göre 9 aydır Bingöl'de.
Koçluk antremanlarında akşam arkadaşları ile buluşmak, 1 2 kadeh bira içmek önceliği olan.
Starbucks'a uğramadan derse gireceğiz diye aklı çıkan.
90-60-90'm satışçıyım dikkatler üzerimde olsun sex kadının öncelikli ihtiyacıdır alt yazısı ile gülümseyen kadına her gün deli olan, bu konu ile hayatı kendine zehir edebilen EYLEM...
Yeni gittiğinde bana bir gece yarısı bir mms gönderdi. Eskiden siyak ucu tahta pompalar vardı, bu renk renk plastik pompalardan öncesi dönemde.
Eylem gülüyor, elinde bu eski tip pompa , pompaya bağlı 1,5 lt'lik su şisesi.
'Kızım ne yıldızı buralarda otellerde yıldız ne arasın ' yıldızlı otelinde odasını lahım basmış gece yarısı kendi de bu çözümle lahım temizliyor.
Ne kadar yoğun olursa olsun evi çamasır suyu koksun temiz olsun isteyen EYLEM, lahım temizledi.
Ve gülerek resim çektirip arkadaşlarına gönderdi.
Eylem'in eşi reklamcı , öyle bir çevresi var işte.
9 aydır ne eşini ne çevresini görüyor ayda 1 , 3-4 günlüğüne geliyor.
Yemeğe karşı koymak için bin türlü çözüm düşünüp istediği kadar sonuç alamayan EYLEM her şeyin diyetini yapıyor 9 aydır.
Tek  şansı değil. Zorunlu görevde değil. Devlet memuru değil tayini çıkmadı.
Call Center Eğitim Müdürü ve o'nun pozisyonunda İstanbul'da da onlarca kişiye ihtiyaç var.
O seçim yapıyor, Bingöl'ü seçiyor.
Hayatının en büyük eylemini yapıyor belki de gecesi ayaz Bingöl'de...
Bizim burada işle ilgili günlük şikayetlerimiz, sorunlarımız, yorgunluklarımız onunla kıyaslayınca şımarıklık.
Sabah 07.00'de kalıyor ve zaten yapacak hiçbirşey olmadığı için 23.00'e kadar çalışıyor.
Bazı insanları tanıdığımın 10. dakikası severim, hemen yıllardır benimleymiş hissi yaşarım Eylem'de de öyle olmuştu.
Şimdi arayamıyorum ama her sabah arabaya bindiğimde Bingöl'de hava nasıldır.
Beyaz t-shirtleri elde yıkanmasına rağmen yine de bembeyazdır diyorum.
Ev bulmak çok zor Bade dedi. Ya cemaat olmalısın ya da...
İlk giderken ki , cümleleri oradaki çocuklar için iş fırsatı ve ben onlar için çalışıyor olacağım demişti.
Ne güçlüymüş bu cümlesi.
Evet biraz İstanbul'dan, kurumsallaşmasın verdiği yozlaşmadan, kilodan, yabancılaşmadan , dedikodudan , ailenin beklentilerinden kaçış da var ama en büyük gücü o'na bu cümle veriyor.
Bazen bana akıl danışıyor, dert yanıyor.
Duruyorum.
Öyle bir nokta ki, o ve o'nun bu amacı gerçekleştirmesindeki gücü beni yavru kedi görünce ağlayan 45 kg bir kızmışım gibi hissettiriyor.
Bade olarak vazgeçebileceklerimin sahası aslında o kadar dar ki.
Ben kimim senin gibi bir güce tavsiye vereyim alt yazısı geçiyor beynimdeki prompterdan.
Dün aradı ve şimdi YOZGAT'a gideceğim dedi.
Gözümün önüne YOZGAT denince 2 zehir gibi çocuk geliyor.
Turkcell'in İç Anadolu Bölge Müdürlüğü'ne bağlı kendi şehirlerinde çalışacak Üniversite mezunu 2-4 yıl deneyimli kişiler arıyorduk.
Telefon mülakatlarında 2 kişiyi short liste bırakmıştım.
Ankara'da ( o zamanlar ben de 23 yaşındayım ama yine kendimi 35 hissediyorum.) Bölge Müdürü ile görüşme yapıyoruz. İç Anadolu'nun her şehrinden Konya, Karaman aklınıza neresi gelirse görüşmeler yaptık ama ben tesadüf müdür anlamadım 2 Yozgat adayı da zehir gibiydi.
Biri kız diğeri erkek. Verdikleri cevapları, amaçlarını, hırslarını ama hemen aynı yaşta olmamıza rağmen saygılarını asla unutamam. Tek kişi alınacaktı ikisinden de vazgeçemedik ikisini de aldık. O gün işimle ilgili yaşadığım hazzı unutamam.
İstanbul'da bu işi yaparken asla böyle birşey hissetmedim.
Çalışmaya iş sahibi olmaya değer vermek.
Çok çalışmak istemek.
Eylem'de aynı duyguyu her gün onları işe alarak ve işte yol göstererek meslek sahibi olmaları için destek vererek yaşadığından bu zorluklara rağmen gelmeyecek.
Bingöl'ü üstün başarı ile tamamladı, şimdi Yozgat'a geçecek.
Takdir ediyorum, gurur duyuyorum, gıpta ile bakıyorum, imreniyorum.
Cengiz Hoca sanırım 3. sınıftaydık, hayatınızda kendinize yapacağınız en büyük iyilik sahip olduklarınızı arttırMAMAnızdır demişti.
Her anlamda.
Sahip olduklarım çok benim.
Sahip olduklarımın altında belki de ezilmişim farkında değilim.
Aslında neye sahip olmak isterdim bunu çözmek bile uzun zaman alır.
Aslansın Eylem ve tanıdığım bütün kadınlardan hatta bütün insanlardan daha güzelsin...