22 Ekim 2012 Pazartesi

Kıfayet evet Kıfayet ...

Acayip birşey yasadım....
düşünmek
Düşünmek
Düşündüğünü düşünmek
Düşündüğünü düşündüğünü düşünmek
Buraya kadar sanırım anlaşılıyorsunuz
Ama bunun bir üzeri
Evet
Düşündüğünü düşündüğünü düşünerek düşünmek
Prizima  olmak
Bir de üzerine sana ait olan
Senin üzerinde olan
Sana etkisi olan
Ama düşünemeyecek yanını da düşünmek
Bu sefer her bir yüzeyi kristal prizma olmak ....
Kendi icinde çoğaldıkça çoğalmak ....
Ve kendi icinde tekillestikce tekillesmmek..
Tekil bir çoğulcu olmak....
En edilgen etken olmak...
Bir olmak....
Yok olmak....
Tam varolmak....
Tam yazacakken helezonik olmak...
Bundandir cümlelerim bir buluta asılı kaldı aylardır....
Keske ifade edebilsem...

22 Temmuz 2012 Pazar

NLP PRACTITIONER MASTER...

Artık bir NLP uygulayıcısıyım...
Bu harika !
Ama 10 günlük eğitim boyunca tüm uygulamalarla ile kendimi rahat bıraktığım için herşeye teşekkür ederim...
Bu yola çıkmak çok güzeldi.
Bu yolda kalacak olmayı bilmek.
En güzeli yolu bilmek.
Daha da iyisi yoldan zevk almak...
En şımarıkcası ( ! ) en hakedileni  ( ! ) yoldan gönüllü çıkmak...
Artık daha iyi bilmek...
Kendini bilmek...
Üniversitede okuduğum tüm satırların vücut bulması gibi...
Şunu iyi biliyorum AYDINLANMA kadar büyük bir sarhoşluk yok...
BİLGİ ise ışığı insanın sonuna kadar döndürün anahtarları açın o ışığı...
Kendinizden de , daha da fazla bilmekten de korkmayın...
Bir de kurcalamaktan korkmayın.
Kendinizi, kodlarınızı, inançlarınızı , değerlerinizi....
Bir ağır yüküm vardı...
Şimdi YALINLIK ve PAYLAŞMAK kaldı cebimde ve ben daha benim...
Bir inşaatsa insan hayatı bahçemin peyzajı bu eğitimle bitti.
Artık yeni eğitimlerle menekşelerim mi renklerim çam ağaçlarım mı kokulanır bilmem...
Bir büyük ılık denizdeyim ...
Hücrelerim yenileniyor...
Yine yeni yeniden....

La Capria Suites...

Bodrum'a ilk şans tanıdığımda kazanmıştı kalbimi.
Sanırım bu Çeşme'ye tanıdığım 5. şans..
İçimde o eski beste çalıyor.
Olmuyorrrr, olmuyoorrrr, oolllmuyorrrr...
Alaçatı'da yürümek için ayırılacak ve kesinlikle cuma, ctesiye denk gelmeyecek 55 dakikanın dışında hiç bir kozu yok benim için elinde Çeşme'nin...
Suyundan , yollarına , evlerinden , bitki örtüsüne...
Tek güzel sürpriz otelimizdi.
Böyle biri Allah razı olsun ilmek ilmek hayal kurmuş.
Hayalini de detay detay hayata geçişrmiş.
Neresine baksan büyüleniyor , İLAHİ diyorsun...
Çeşme'de zehirlendim ama en güzel günüm zehirlendiğim için tüm günü otelde geçirdiğim günümdü.
Ekibi, hizmeti, temizliği ile büyüleyici dekorasyonu ile hipnoz etkisi yarattı bende La Capria Suites.
Bir gün bir güzel rüyada o odada olmak dileği ile...

Gölköy...

ilk tanıştığımızda Gölköy'dü...
Şimdilerde herkesi favori tatil noktası Göltürkbükü oldu.
2002 yılında balayımızda o tahta iskelelerden birinde güneşlediğimizde aşık olmuştum.
Hem biraz öylesi :) hem de böylesiydi benim için..
Sonrasında ki 3 yıl ne yaptık bilmiyorum ama 2004-2009 arasında her yaz en az 3 kere 3 ya da 4 günlük tatillerimizi Gölköy'de geçirdik.
Oğlumun doğuşu ile cesaret edemedim bebekle pansiyon tarzı bir yerde tatil geçirmeye ve bu yıl pes ettim. Öylesine özledim ki... Herşeyiyle Gölköy'ü...
Orada o şezlongta o şekilde kalasım var benim.
O ışık vursun iskelenin altından denize, o kadar vursun.
Tam 19.30'da o güneş öyle hızla uzaklaşmaya başlasın..
O dubalara kadar yüzülsün. O kadar tuz olsun denizimde.
Yetmiyor işte yaş 33 öyle bir haftalar , 5 günler doyurmuyor içimi...
Mutluyum oradayken çok ama çok...
Hiçbirşeyi olmayışıyla herşey oluşu acayip doyuruyor beni.
İyi ki biliyorum...
İyi ki yaşayabiliyorum...

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Felicita e tenersi per mano andare lontano*

bir şehri ilk kez görmek güneşten gözün kamaşması, vücudun sersemlemesi gibi.
ama bir şehri 2. kez görmek tadından yenmez birşey benim için.
Paris'te farketmiştim.
Roma'da sindirdim...
Bundan 7 yıl önce Melekler Köprüsünden yürüdüğümde anın fotoğrafını aklıma yerleştirmek için resmen beynimi bir kamera gibi kullanıyordum.
yorgundum yürümekten halsizdim ama o kadar büyüleyiciydi ki içime biryerlere hapsolsun istiyordum.
ve şimdi yeniden Roma'ya gidince yeniden Melekler Köprüsüne çıkınca içimde kocaman bir orkestra çalmaya başladı.

Şefi bendim tabii ki...
Meleklerin şefi...
Herşey ne kadar yerli yerinde beni beklemişti ...Mutluluk'un bir tanımını daha edindim böylelikle.
Mutluluk , OLMASINI HAYAL ETTİĞİN KARENİN TAM DA HAYAL ETTİĞİN GİBİ OLMASIDIR...
Roma'dan kendim için bir gözlük, bir çanta, bir saat, bir duvar saati  ve Piazza Navona'dan aldığım 2 yağlı boya resimle döndüm...
Diğerleri her zaman ki gibi hediye...
O resimler de beni çok mutlu edecek..
Mutluluk, yaşadığın güzel bir anı bir hareket ettirici sayesinde tekrar tekrar deneyimlemektir.
En çok neyi anladım peki ?
Paris'in an an beni korkutan yerleri oluyor ama Roma'dan korkmuyorum.
Korkmadığım için güvende hissediyorum...
Bade bugüne kadar hayatında en çok nereden korktun sorusunun cevabını da bu tatilde aldım aklıma gelmişken .

Napoli'den çok korktum...


Hem bitlenmekten..... hem dönememekten...

En çok neyi hissettim ?
anne - baba şapkamız düşünce bizim için mutluluk ; *,el ele tutuşarak uzun süre yürümektir..
Yine görüşelim Roma :)

bana kasa kasa vino della casa lütfen !!!!

zaman sadece birazcık zaman....

anne fütten kapat anne...
elime i phone ve laptop'u aldığımda ne yapıyor olursa olsun Kaanimo'nun tepkisi bu...
ben de bazen o'na oyalanacak birşey veriyorum ve kabul etmiyorum .
ama genel olarak saçma geliyor.
o'nun her anını içime çekmek hala dünyanın en güzel şeyi.
artık bir bebeğe sahip değilim ama bu tatlı, komik, her anı sürprizlere gebe 3 yaş da çabuk geçecek...
bunu olabildiğince içime çekmek istiyorum.
ben anneliği seviyorum...
anneliği çok önemsemesem harika bir deneyim yaşıyorum.
gelin görün ki gereğinden çok önemsiyorum ve zaman zaman kendime hayatı zehir de edebiliyorum.
mesela Roma'daki son gün bana o kadar gereksiz geldi ki..
bana geldi...
Kaan'ın mutlu olduğunu biliyordum ben özlemimden o koca şehre sığmadım.
bazen bir alerji bazen de bir saman nezlesi biri beni dövmüş gibi yaşamama sebep olabiliyor.
bunu yapan bu algıya sahip olan ve ne yazık ki algılarımı kısmen de o'na geçiren benim...
o yüzden aklıma binlerce konu geliyor ama atlıyorum , yazmıyorum...
o fütten deyince hooop kapağı genelde kapatıyorum.
yazdıklarımı % 85 okuyamıyorum...
iş, eş, arkadaş , evlat kimlikleri ile hala annelik kimliğimden zaman çalıyor gibi hissetmem henüz geçmedi ama iyi haber hafifledi.
bundan sebep Cosmopolitan'a yazamadım...
uzundur kendimi başarılı hissettiğim tek sahne idi Özlem Hnm'dan mail aldığım an ama konsantre olup yapamadım...
ama bir gün olacak biliyorum....
onun da vakti gelecek...
kendime inanıyorum:)

11 Mayıs 2012 Cuma

HAYAAAT SENİİİİ NEDENNNN YORUYORUMMMM :))

offf şöyle tam da bahar zamanı , bi üç gün Bodrum'a kaçsak diye başlar cümleler...15 nisandan sonra. Ulaşılması zor hedefler hep cazibelidir . Oysa ki 3 gün Bodrum'a kaçmak için 1 gün en az yıllık izin kullanmak gerekir. Bodrum olunca Kaş olunca Çıralı olunca o yıllık izinden giden 1 günü hakeder ama İstanbul etmez , hadi etse de 1 işler birleştirilir yine de yoldan trafikten birşey anlaşılmaz.
İşte bugünlerde beynim yine bir başka çalışıyor. Ne zaman yurt dışına çıksam gelsem şu havaalanı 2 şer saat muhabbeti ile toplamda yolda harcanan zamana kafayı taksam 3 ay bende yola çıkmamak minimum zamanı yolda geçirmek ayarı geliyor.
Bu pazarın aynı 14 şubatlar gibi iğrenç olacağını biliyorum. Biliyorum çünkü 18 yaşımdan beri annemle organizasyon yapıyorum. Bundan sebep bu cuma annemle yakın çevrede değişik ve huzur verici neler yapabilirizi gündemime almıştım.
5 yıl Emirgan'da oturduğumuz için o lale zamanı Emirgan Korusuna bayılıyor ama ben fark ettim ki bunun için de pazartesi daha uygun bir gün. Bahar ayı okullar o alanı piknik alanı olarak değerlendiriyorlar yine tadı kalmıyor. Güzel mekanlar insan çoğalınca bir tuhaf gölgeleniyor. Dolayısı ile bu seçeneği eledim ama mayıs geçmeden aklımda.
Büyük Ada Aya Nikola Otelin'de kahvaltı vardı yine aklımda. Ama cuma sabahı hava yağdı yağacak gibi olduğundan araya da deniz yolu girince Kaan'la cesaret edemedim. Bu da haziran ayında bir hafta içi gün aklımda.
O olmaz bu olmaz derken Gaye , Poyrazköy'den bahsetti. İş bu ya şu İstanbul'da gerçekten gitmediğim toplasanız 4-5 destinasyonu aşmaz burası da öyle , çıktım yola internete de bakmadım ve Gayeyi ararım dedim cebi kapalı.
Beykoz, riva derken , anadolu feneri ve seracı amcaların tarifi ile TAŞLIHAN ve Poyraz Köy Limanını buldum. Annem , ben ve Kaan dışında ortalıkta kimse yoktu. Bulutla gölgeli güneş, terk edilmiş ve kumu neşe veren plaj , bomboş bir çocuk parkı, tekneler ve İstanbul'un ucundayım... Teşbih değil İstanbul'un ucundaydık...Gemiler resim gibiydi, tekneler oyuncak...
TAŞLIHAN'da sigara böreği ve çay keyfi yaptık. Heryer o kadar boş ki evet araba kullanırken ara ara tırsmadım desem yalan olur ama o kadar değdi ki. TAŞLIHAN'dan içimize çektiğimiz orman ardı deniz manzarası tam göğsüme mentollu sprey sıkmışım gibi ferah bir yer açtı.
Ataşehir'den yola çıkınca 40 dakika sonra denizin kenarında bir köy var işte gerçek köy.
Ne düşündüm ? Hani aman da ben bahçeli ev doğal hayat peşindeyim narına trilyonlar vererek sitelerde çocuk büyütüyoruz bu da bizim en büyük yalanımız.
Çünkü orada  yanında derme çatma kümesi olan gerçek köy evleri var.. Gerçek bir doğa gerçekten 40 dakika sonra var. Kalamış Marina değil çekek yeri var.
Çekmeköy konseptli peyzajı yapılmış sitelerin bahçeleri mi gerçekten doğal olan.
Ya da bizim doğalımız buysa kendimizi kandırmayalım ben doğayı seviyorum diye.
Dedim ya bırak starrbucks'ı heryer kapalı bakkal dışında. Sanırım balıkçı bile hsonu açılıyor ya da belki akşam üstü.
Geze geze Anadolu Kavağında Deniz Çupramızı yedik. Sanırım 300 kişilik farklı diller konuşan bir turist kafilesi vardı ve bizden kimse yine yoktu :(
İstanbul doyulmaz bir yer...
Doyasıya yaşamak gerek...
Kaçmak, mekanlara ve zamanlara suç atmak bizim kolay kaçışımız...
Neyi sevdiğimize karşın sahip olamadığımız zavallı farkındalığımız...
Standartlaştırdığımız beyin kalıplarımız...
O kalıpları kırmak o kadar küçük devrimlerle büyük refahları sağlıyor ki...
Nefes alınası zamanlar yaratabilmek için kendime beynimde yol açabilme gücü diliyorum başka da birşey değil...
He bu arada benzin harcaması dışında dün herşey 3 kişi için toplam 120 tl'ye mal oldu. ( doyasıya balık ve börülce, taptaze sıcacık börek peynir çay keyfi dahil....)

5 Mayıs 2012 Cumartesi

MÖSYÖ BUTTERFLY....

Yıllarca ben en çok o'nu severim dediğimde; ya bir hatırlatsana nasıl bir tipi vardı derdi arkadaşlarım ta ki Doktorlar dizisinde oynayıncaya kadar...
ilk tanıştığımamız Mösyö Butterfly ile olmuştu. nasıl bir ses tonuydu o , nasıl bir konuşmaydı, Dünyanın en uzun bacaklı adamı mıydı sahneden mi öyle geliyordu...
platonik aşk bu şekilde başladı. alkışlayamacak kadar nutkum tutulmuştu.
kulise gidemeyecek kadar büyük sarsıntılı bir hayranlık yaşıyordum.
ben ilkokul son ya da ortaokulun ilk yıllarındaydım o da o sıralarda 40'lı yaşlarının başlarındaydı.
12 yaşındaydım ve aklım fikrim Harbiye Muhsin Ertuğrul'un oyuncu kapısından girip ona bakmaktaydı...
Vanya Dayı'yı ben Çehov'un hatrına değil o'nu görme merakı ile izlemiştim. O yıllarda Nurseli İdiz su gibi güzeldi ve çok gençti , Tilbe ise daha Rüstem Batum ile evliydi.
Vanya Dayı'yı Cihan Ünal'la oynadılar ben hep o'nu kitlenerek izledim.
Lise yıllıklarımda hep bir yerde karşılaştığımızı hayatımda ne kadar büyük bir yeri olduğunu itiraf ettiğim hayal sahneler doluydu.
Yıllarca seslendirme yaptığı tüm reklam filmlerinin sesini açarak dinledim, kulak kesildim.
Sırf onun dublajı olduğu için takip ettiğim pembe diziler oldu , o'nu dublaj odasında hayal ettim.
Cüneyt Türel'in özel yaşamı hakkında asla bilgi edinmek diğerleri gibi kolay değildi.
Şehir Tiyatrolarının oyunlarında bulamamaya başlamak ve Aksanat'ın açılışı, Tilbe'nin soyadından Batum'un gidip ilk soyadı Saran'ın kalışı, benim üniversite yıllarıma denk gelir.
Abelard ve Heloisse'i izlerken adının ne olduğunu bilemedim ama çok özel birşey yaşadıklarını hissettim.
Oyun İki Filozof'un aşkını anlatır. Bir araya gelemezler ve mektuplarla yaşarlar neredeyse. Aksanat'ın sahnesi küçüktür.Tilbe'nin de Cüneyt Türel'in oyunculukları büyüktür. Ama Selam vermeye çıktıklarında oradan bana başka bir şey esmişti.
Öyle böyle değil çok büyük hayranıydım.
Ne yapsa hoşuma gidiyordu.
Birileri Cüneyt Hoca terstir gibi birşey söylese ne kadar güzel ters de olması diye düşünürdüm.
Hiçbir TV izleyicisi onun ne büyük ve ne serin oynadığını bilemez.
Ben her TV dizisi projesini kabul ettiğinde içimde kesin paraya ihtiyacı var hiç onun harcı değil bu işler diye düşündüm.
Bu platonik aşkta herşey benim kurgumdu. Onun yine insanlarla ilişkilerinde naif ve saygılı duruşunun hak ettiği yerde durmasını sağlayacak hırçınlığı olmamasını da yazdım kafamdaki senaryonun alt yapısına.
Tiyatro öyle birşey ki hadi özledikçe dönüp dönüp o'nu izleme şansım yok.
Palavra'nın eski kaydını dinleyip oradaki genç sesin asla yaşlanmadığını düşünmekten başka hasretimi gidereceğim ne var ?
bir de şiir okumalarını dinlemek...
http://www.cuneytturel.com/siirler
Çok güzel konuşmalar yapmışlar ardından.
70 senin gibi dimdik duran bir adam için çok erken geldi bana.
Ama sen ne ara 70 oldun.
Kelebekler hep çabuk gider sen de benim için öyle oldun...
gitmeseydin...
Işık gibiydin, ışık ol ....

27 Nisan 2012 Cuma

hediyeler ve taşınmalar...

Babaannemin paskalyası ile isim günü aynı gündür... Vatikan'ın etrafından aldığım Meryem Ana, mumlar ve melekleri götürdüm. O kadar güzel seviniyor ki hediye alınca.
Anneannem öyle değildir. Hediyeye ne gerek varcılar ekibindendir kendisi. Annem o'na hediye alacağı zaman kasılır da kasılır.
Kumaşın, yünün , dikişin her ikisi de iyisini bilir. Babaannem çok uzun düre terzilikle para kazanmış biri anneannem ise Burdalardan patron çıkararak uzun süre elbise hatta palto diken bir kadın. İyidir ikisi de. Ne diktilerse çocukluğumda yoldan çevrilirdim. Annem için de öyle olurdu. Annem zaten 30 yaşında Buğra'yı doğurana kadar 36 bedendi, ne giyse Burda modeli gibi dururdu. Sonuç olarak kaliteyi anlamak konusunda birinin birinden üstünlüğü yok.
Ama anneanneme sevdirmek beğendirmek zor gibi gelir hep. Oysa ki çocukluğumda evine gidince kule yaptığım her renkten yumurta kapları hediyedir ve çok kıymetlidir mesela. Öyledir de hediyeyi açınca ah ne zahmet ettin dediği için belki de bir heves kalır kursağında.
Babaanneme koku da alsan , fular da alsan ev havlusu da alsan sanırsın ki o'nun hayatında devrim yarattın.
Ne iyi hediye seçtim dersin omuzların dikleşir.
Böyle farklılar işte.
Anlatması zor.
İkisini de çok seviyorum...
Yaşlarını hesaplamak sinirimi bozuyor.
İstikrar istediğimde anneannemin kitap raflarına sığınıyorum , neşe ve canlılık istediğimde babaannemim uzo şişelerine...
Her ikisinin de o kadar çok ağzından EN SEVDİKLERİ olduğumu duydum ki.Hep layık olmaya çalıştım.
Salı gün ki ziyaretimde Babaannem taşınıyoruz dedi.
Babam sağolsun konu Teşvikiye - Nişantaşı arasında dönse de biz çok taşındık.
Taşınmak olay bile değildir ama o taşınacaksa durdum...
Babaannem Kurtuluş'ta doğmuş büyümüş evlenince şimdi BJK Plaza ve W Hotel ile bilinen Valide Çeşme'ye taşınmış. Taşlık Parkı ( Swiss Otel'in olduğu yer ) hatta Gazinosunda aşkını yaşamış, Topağacında çocuklarını büyütmüş, boşandıktan sonra Kurtuluş'ta ağbisinden kalan 4 katlı Rum evinde yaşamıştı.
Halamla birlikte oturmaya karar verince bu ev Ortodox vakfı'na bağışlandı. Halam da evlense de boşansa da hayatını hep Pangaltı ve Kurtuluş'ta sürdürdü. Öyle ki; ev seçecekleri zaman aaa orası uzak dedikleri yer Feriköy olurdu. Son Durak'tan ev bakmazlardı. Sadri Maksudi Arsal sokakla Bilezikçi sokak arasında ki merkez göbekte sürdürdüler hayatlarını...
Galeri 74'ten şiş alınır, tığ örülür, ORKO'dan alışveriş yapılır, yıllarca aynı kuaförde saç boyatılır, eczane ve manikurcu eve gelirdi. BAHAR Pastanesinin pastaları ile doğumgünü kutladık
Şimdi babam Florya ile Küçükçekmece arasında göl manzaralı ağaçlı bir binanın giriş katına taşıyormuş onları.
Bu tanım işte tam babaanneme göre İYİMSERliğin doruğu....
İnsan 81 yıl yaşadığı yeri bırakırken anca 'o' ise bu yorumu yapar...
Canımsın benim orada da çok mutlu ol...

10 Nisan 2012 Salı

dün vardın...bugün yok...

çok severdim...
kendine has gülüşünü...
çok isterdim bir yerlerim benzesin...
çok derin ama çok naif bulurdum...
sevdanın ölüm de dinlemediğini onunla fark etmiştim.
neye dokunsa içime ılık sular akardı...
sürpriz gibiydi bir işin arkasından onun çıkması...
entellektüel kapasite evimize girip çıkan bir teyzenin yüreğiyle birleşince beni tanıyor, o da beni biliyor gibi hissetmişim meğer...
dün vardı bugün yok...
keşke bu kadar içselleştirdiğimden kendisini yazıverseydim bir maille...
geçtiğin yollar gülüşün gibi bahar bahar olsun...
yaman'a benden de selam söyle...
çok sevdi herkes seni çok, pamuklara sarsın bu sevgi seni orada...

10 Nisan 2030....

kapı çalıyor...
Bodrum'da bir Nisan sabahı...
Yazılarımı yayınlayan dergilerden biri elimde...
Kim ki diyorum..Bu saatte...
Üzerimde koton bir sabahlık...
Bodrum Nisanı bu hava 22 derece...
Parke hafif çıtırdıyor, ayaklarım çıplak, üzerine bastıkça...
Bodrum yaramış bana...
Saçlarım kırlarmış ama parlak, kilom 62, yüzüm dingin...
Tırnaklarım kısa ama bakımlı...
Uçuş, uçuşum...
Yüzümde telaşı bırakmış karşılık beklemeyen bir gülümseme...
Bitki çayı içiyorum porselen beyaz fincanımda...
Jay jay jhonson çalıyor hafiften...
Mutfağın camı aralık...
Tılsım ara ara bahçeye çıkıyor, giriyor bu camdan...
Kelebek avlıyor, sinek avlıyor...
Kapıyı açıyorum, İstanbul'dan kim bilir bu sefer kim gelmiş ?
İçimde kim geldiyse iyi ki gelmiş duygusu...
Mutfakta latince yazıların süslediği kurabiye kavanozum hep dolu...
İncir reçeli...
Zeytinim, domatesim hep 4- 5 kişilik...
hep hazırım misafire, habere ama dünyam bunlardan ibaret değil...
Limon yetiştirmeyi öğrenmişim...
Sardunyaları ölümden döndürüyorum...
Kapıyı açıyorum , Bodrum güneşinin üzerine benim en büyük güneşim doğuyor.
Nasıl yakışıklı, nasıl heybetli...
Kaan sürpriz yapmış !!!
Nasıl sarılıyorum, kokusunu içime çekiyorum...
Öpmeye doyamıyorum...
'Paskalya tatili annem, sen bilirsin, kaçtım 3 günlük' diyor, Fransa'dan çikolata yumurta getirmiş...
İstanbul'da bekleyen arkadaşı çok bize kala kala 3 gün kalmış...
Yeter ama diyorum, nasıl mutluyum...
Tam mutfağa geçerken bahçe kapısından sabah yürüyüşünden atmaya kıyamadığı Alman Milli Takım eşofmanı ile Kerm giriyor...
Kaanimo, Aslan Oğlum ! diyor...
Ooo göbek yapmışız Babam ! diyor Kaan...
Kerm ciddiye alıyor hemen, bir Kaana bakıyor , bir kendine hemen kahvaltıda az yiyor...
Ara ara aynadan kendini görmeye çalışıyor...
Kaan , Sanat Tarihi okuyor , Fransa'da...
Bize son olanları anlatıyor, Ekonominin ne kadar çıkmazda olduğunu, Fransa'nın turizme mahkum olduğunu, yine de akademik kariyer için oranın daha uygun olduğunu düşündüğünü söylüyor.
Yutkunuyor, o'nu seçimleri ile başbaşa bırakmanı doğru olduğunu bilmenin şişkinliği ile konuyu değiştiriyoruz.
Tılsım'a bakıyor, 'anne bir kedi kaç yıl yaşardı ? ' diyor.
En fazla 25 diyorum...
Tılsım'ın 23 yaşında olduğunu fark ediyor susuyoruz, içimiz burkuluyor...
Bir kez daha pişman oluyorum Tılsım'ı bebeği olmadan kısırlaştırdığıma...
Saat 11.00'de Marina'da KOÇluk randevum var.
Ertelesem diyorum.
Yok biz biraz tekneye bakmaya gidelim, baba oğul takılalım diyorlar, bozuluyorum ama alışmışım...
Kerm teknenin keyfini iyiden çıkarmaya başlamış ama tüm eziyetini Allaaddin'e çektiriyor.
Fatih'ten gelen para ile maaşını ödediği Alaaddin o'na duyduğu saygı ve dürüstlüğü ile çaktırmadan Kermin de en iyi arkadaşı olmuş...
Sweatshirtunu katlayıp Kaan'ın odasına götürürken, cebinden bir resim düşüyor.
Bukleli saçlı bir kız resmi.
Fotoğrafları hala sadece internet ortamından görmenin yetmemesi bana iyi geliyor.
İçimi bir heyecan ,merak sarıyor.
Balık yemeğe gittiğimizde Gümüşlük'e didiklemek istiyorum ama nuh diyor Kaan anlatmıyor.
Küçük bir kız çocuğu gibi alınganlık yapasım var ama karizmamı da çizdirmek istemiyorum.
Saat 13.30'da başlayan yemeğimiz şarabımız ve sohbetimizle hava serinlerken 16.00'da son buluyor.
Hepimize erken bir uyku çöküyor.
Ben kullanırım diyor Kaan...
Yine ben geçiyorum direksiyona...
Bu direksiyon bende olduğu için herşey bu kadar mükemmel inancı hiç geçmiyor çünkü :))
Akşam üstü kestirmesinden sonra tokuz çok tokuz, yürüyüşe çıkıyoruz.
Kaan kopuyor ara ara bizden ama olduğu kadarı bile bize iyi geliyor...
Kerm yine havalı, yaşlılıkla cümleleri daha yakışmaya başlamış :)
2030 yılında bir nisan günü böyle geçiyor....

7 Nisan 2012 Cumartesi

hep benimle kal...

Bir gün ummadığınız bir saatte bir sms düşüyor telefonunuza...
Ortak bir arkadaşınız; ........ annesini kaybetti yazıyor.
Tüm kötü haber anları gibi o anda donuyor....
İçiniz donuyor, ruhunuz donuyor, eliniz donuyor, sesiniz donuyor...
Bir yanınız deli gibi aramak sesini duymak istiyor arkadaşınızın.
Diğer yanınız dur diyor şimdi bir de sana mı dert anlatsın ?
Sen bir zamanlar yakın arkadaşıydın, durmalı mısın, koşmalı mısın ?
Çok ağır yükü beraber taşısanız hafifler mi ? Siz ve üzgün sesiniz iki katı yük mü olursunuz yoksa ?
Genç kızlığınızda bazen evde konuşamadıklarınızı konuştuğunuz, her daim derli toplu evinde kendinizi rahat hissetiğiniz, mutlaka mutfakta hazır böreği olan , çayı ne ara demlediğini anlayamadığınız, bir nevi ablanızdı kayan yıldız bu sefer.
Kızı ile ilgili dedikoduları arkadaşınız odadan çıktığında size sorar ağzınızdan laf almaya çalışırdı.
Sizin sırlarınızı saklar, akıl verir , annenizin aksine esprisini de yapar ama kendi kızı ile ilgili konular olduğunda tek kaşı havaya yükselirdi.
Yarım saatte bir yanınıza uğrar , aç mısınız kızlar bahanesi ile konuşulanlara ortak olmak için elinden geleni yapardı.
Ve hiç aramak, sormak da gelmemişti aklınıza... Kim bilir belki de lise mezuniyetinden bu yana...
Şen kahkahalar atan, hafif şişman, sağlıklı yanakları ile hastalığı ölümü hiç ama hiç çağrıştırmayan kare kare fotoğrafları hemen belirdi hafızanızda...
Aslında kızı kadar o da arkadaşlık gerçek bir ablalık yapmıştı ...
Siz 15-16 yaşlarındayken söylediği bir kaç sözü belki de hep aklınıze geldi yaş aldıkça.
Sizden yaşca büyük erkek arkadaşınıza karşı temkinli olmanız için 'bal olsan kaç gün yenirsin düşün , kızım ' demişti mesela.
Ne kadar haklıydı ? Anlamak için zamana ihtiyacınız vardı...
Ne rahattım evinizde, ne güzeldi böreğiniz, ne çabuk olurdu çayınız, içimi ısıtırdı şen kahkanız deseydiniz, diyebilseydiniz keşke...
Peki nasıl başlanır ki kayıp anne ise arkadaşa edilecek söze ...
Anlamsız değil mi tam da o anda başın sağolsun demek...
Moral vermelisiniz, destek olmalısınız , olmalısınız ya...
O an kendi annenizi ve bunu düşünmeden devam eden süregelen ilişkinizi düşünüyorsunuz bir yandan.
Belki sabah aradı yoğunum dediniz ve dinlemediniz bile.
Belki sadece kardeşinizden şikayet ettiği için bunaldınız, yüzünüzü astınız.
Belki çok uzun zamandır gidemediniz yanına.
Kalbinizin tam da üzerine yoğun ağır civa yüklü bir hava çökmüş bir yandan yine de ohh çekiyorsunuz.
Annenizin aklına gitmek gelmesin diye en çok annenizi aramak geliyor içinizden , yok duymasın ne gerek var aynı yaştaydılar diyor annenizden de saklıyorsunuz..
Sıkı sıkı sarılmak  3 yaşında iki yanı örgülü saçları küçük bir kız çocuğu gibi dizinde yatmak ne olduğunu neden o hale geldiğinizi anlatmak ağlamak ve hep benimle kal anne demek istiyorsunuz.
Büyük ihtimal koca kadınsınız ya yapmıyorsunuz keşke yapsanız...
Tüm annelerin gitmesi için hep çok erken değil mi ?
Ne çok yapmaları gereken var hep...
Ne çok sorulması gereken...
Ne çok sizce bilinmeyen onca çoktan çözülmesi gereken...
Ne çok insan var birlikte oturulup kızılması gereken...
Ne çok huyu var değil mi annenizin daha düzelmesi gereken..
Ne çok huyunuz var değil mi annenizin düzeltmesi gereken...
Ne çok cümlesi var daha isyan ettirecek özel hayatınıza müdahale eden...
Ne küçük bir hayatınız var değil mi onsuz müdahale bile gerektirmeyen...
Vakit kendi annemize ve hayatımıza değen tüm annelere kendi bildiğimizce çok geç kalmadan teşekkür etme vaktidir.
Kiminin esprisi, kiminin yağmurlu bir günde verdiği şalı, kiminden öğrendiğiniz bir özlü söz, kiminin üşenmeyip size sardığı dolmalar için...
İyi ki yaptın diyeceksiniz inanın...
Haydi şimdi; Tüm annelere biz KİM olursak olalım anne kimliklerini teslim edelim...

1 Nisan 2012 Pazar

ve parti biter, duygular kalır...

söyleydi ilk cümleler....
evet 5 haftalık hamilelik var....
bak kese burada...,
dur bakalım kalbi evet kalbi de oluşmuş , 4 gün sonra gelirsen sesini dinletirim....
hazır mıyım ? değil miyim ? sever miyim ? sevilir miyim diye geçen dokuz ayın sonunda
narkozdan çıkış anım...
Ahu Hnm Ahu Hnm Ahu Hnm bir oğlunuz oldu....
Oğlum mu ?
Kaan ilk gururu ne yalan söyleyeyim kendim 9.5 kg alıp sen 4 kg doğduğun an yaşattın.
Annem odaya getirilirken az kilo aldıgım için senin kilon adına kaygımı biliyordu ve ilk Bade 4 kg bebeğin dedi.
Bebeğim mi ?
Sonra henüz narkoz etkisi tam da geçmemişken elime verdiler seni.
Dünyanın en güzel bebeği, nasıl dedim Tanrım ?
Nasıl bu kadar güzel ?
Bir bebekte doğum şişliği olmaz mı?
Biraz olsun gözü kapalı olmaz mı?
Cin gibiydin doğduğundan 1 saat sonra...
Çok ama çok güzeldin...
İlk an itibari ile yaygaracılık var serde farkındayım :)
Hastane uyudu, tüm bebekler uyudu, tüm yenidoğanlar uyudu sen o gece meme emmekten bense emzirememekten hiç uyuyamadık ...
Şimdilerde sanırım anneannenden bir söz öğrendin, söylediğinde mest ediyorsun insanı ...
SEN BENİ MUTLU ETTİN...
Bugün 3 . yaş doğumgününü kutladık ve sana yemin ederim doğduğun beri her gün yanında olduğum her an en en zorlandığımda bile SEN BENİ MUTLU ETTİN...
Kendine has karakterin , becerikli halin, herşeyi ne ileri ne geri hep normal zamanında yapışın, aceleci ruhun, taleplerin , kızgınlığın, uzatmaların ama açıklıkla sevişin , kendi halindeliğin, eğlenceli duruşun, derin farkındalığınla hep ama hep mutlu ettin....
Bugün sana tam istediğin gibi 50 kişilik büsbüyük bir parti verdik...
Tren Thomasla süsledik heryeri...
Sipariş ettiğin Tren Thomaslı pastanı kestik...
Tek amacı var bunların yaşattığın mutluluğun bir parçasını da olsa sana da yaşatmak...
Ve müzik kesilip 5-6 dostumuz kaldığında partimizde , o sessizlikte sesin yükseldi....
İYİ Kİ DOĞDUN KAAN...
Kendine bunu söylüyordun....
Hep böyle düşündüğünü duymayı nasip etsin Allah bana...
Gerçekten iyi ki ama iyi ki doğdun...
İyi ki hayatımıza SEN doğdun...
Hep GÜNEŞ gibisin...
Kendi ışığınla parla hep ...
Canımsın, yavrumsun, oğlumsun, bebeğimsin , herşeyden ötesin...
Nice mutlu yaşlara...

30 Mart 2012 Cuma

eve dokunmak...

her daim ev için birşeyler yapabilirim...
aklımı tutamıyorum, umarım kaçırmam....
ebeveyn banyosu duşunun yerini tik ağacı kaplamak...
eminönünden camlara asmak için sakız sardunya almak ( geçen yıl geç kaldın nisanda gel dediydiler ...)
ışıkların yerini değiştirmek...
Kaan'ın odasından fazla mobilyaları çıkartmak , oyun alanını büyümek...
ham ağaç orta sehpa aramak...
bu country tarza uygun 2 yan sehpa bulmak...
yatak odasına pano uygulaması...
Salona resim alamıyorum yasak ! Serdar'ın resimleri bitirmesi için dua etmek...
the woo objeleri...
essenin akıl çelen tabakları....
paşabahçenin kafa karıştıran yenilikleri...
zara home'un baştan çıkarıcılığı...
english home'un akla zarar uygun fiyatları...
sanat eseri gibi kurulan sofralar ve sanat eseri pahasındaki porselen takımlar...
evdeki fotoğraflar ve duvarlar için hep yenilenen uygulamalar için kendini tutmak...
kervan çeyizdeki o duvar fotoğraf çerveleri...
chakra'da içimden fırlayan bunu da bunu da diye tutturan küçük kız çocuğu...
içimdeki mudo delirmişliği ...
amacım inanın sadece masumca minicik evime dokunmak...
bazen küçük bir havlu bazen bir mum bazen bir objecik ile....
ama biraz daha coşarsam bu ev bana feci dokunacak hissediyorum...

keşfin zevki; keşfedilende...

Bir mekanın bağırmadan usul usul kendi kendine görüş alanınıza girmesi ayrı bir keşif zevki veriyor.
bir dizi izlerken dikkatimi çekti ve birden arabamızı önünden geçerken ama hazırlıklı olmadığımız için parkedemezken bulmuştum Kandilli Cafe'yi...
K harfi ile başlayan üç kalp çıprıntısı semt benim için Kuleli, Kanlıca ve Kandilli...Bir de başka bir hat üzeri ama K'nın hatrına hep gidesim olan Kalamış var...
Tanrı nasıl güzel insanlara 1-0 önde başlama şansı veriyorsa ( tabii ki bu şansı kullanmak şart ...) semtler için de öyle...
Kandilli öyle bir nokta ki; kötü bir şey yapmak için kendisinden ilham almayacak kadar kör olmak gerekir.
Gel gör ki, bizde bu körlük çokça var.
O yüzden prens adaları abuk bir Yunan Adasının büyüsünü asla veremiyor.
Bu noktada Anadolu yakası boğaz hattı mekanlarının da neden böyle bir büyülü güzellik içinde ama ısrarlı bir kısır döngüde olduklarını düşünürüm zaman zaman.
O manzarayı yaşamak istiyorsanız köhne bir çay bahçesi, kazık bir balıkçı veya uçmuş dünya mutfağı konusunda uzman 1-2 ismi tercih etmek zorundasınız.
İşte boydan boya camekan bir mekan olan Kandilli Kafe ince dokunuşlu dekorasyon tarzı ( provence - country karışık ) ile beni fethetti.
Kandilli Limanını yolun karşısında ağaçların arasından izliyorsunuz ama içinde olduğunuzu fark ediyor , yaşıyorsunuz...
Gemiler ve Deniz elinizi uzatsanız işte orada.
Çok güzel gülüşlü orta yaşa yakın bir bayan ilgilendi bizimle...
Bu kadar yoğun çalışınca , insanın üzerinde bu denli sorumluluk olunca o azıcık saatlerdeki keyfinizi maximize eden uzmanlar o kadar kıymetli ki...
Tezgahtar, garson , masajcı her kimse karşınızdaki ukalalık yapmadan size uzmanca destek veriyorsa ya da hizmet vermekten gocunmuyorsa mekanın tadı 5 katı artıyor.
Bugün Kandili Kafe'de olumlu olarak tecrübe ettiğim ve mest olduğum bu deneyimin tam tersini geçen pazar çok daha marka bir mekan olan Kalamış Divan'da yaşadık.
Havanın beklenden çok daha güzel olması sebebi ile Kalamış Divan kahvaltı saatinde aşırı doluydu.
Her ne olursa olsun mekan Divan biz sipariş verebilmek için tam 48 dakika , eşimle sanki beyzbol topu yakalamaya çalışır gibi GARSON dilendik.
Pardon...
Afedersiniz...
Lütfen bakar msnz?
Şey bir saniye...
Sonunda oğlumuz o kadar acıktı ki ben çantama ne olur ne olmaz diye koyduğum meyve kuruyemişleri vermek zorunda kaldım.
Kalamış Divan'a olur da güzel havada bir ctesi ya da pazar mekanın manzarasından yararlanayım derseniz sandiviciniz yapıp gidebilir bir saat kadar takılabilir ve çıkabilirsiniz.
Çünkü garsonlar sizi görmemek için and içmiş gibiler...
Sonunda restaurant muduru bizimle kendisi bizzat ilgilendi servis yaptı ve bir jestte bulundu ama onun bu kişisel yetkinliği ve çabasının işletmenin ve tüm ekibinin eksikliğini nasıl kapasın ?
İşte bugün bunların tam tersiydi...
Gidip 5 saat oturulacak bir mekan keşfetmenin mutlusuyum...
Porselen mini esmer şeker kutusu ( aşağıdaki resimdeki minik beyaz mavi porselen )  arka bahçenin rüya hali, cam tabaklarda sergilenen taze poğaçalar, afyon sucuğu bile bulabilme lüksü yiyemedim ama 62 kg olunca koşarak deneyeceğim mini puf böreğin kokusu...

Müşterileri bile sofistike ve güzel görünmeye başladı bir müddet sonra.
Bu da bahar havası gibi mekanın çarpması olsa gerek...
İşte menünün görünümü ...


daha da fazla resim için http://nihalharmanli.blogspot.com/2011_12_01_archive.html ....

27 Mart 2012 Salı

bi de sesim olsaydı :)

Her daim açıklıkla bir itirafım var.
Kulağım iyi değil benim. Sesim de annesi olduğum için sadece Kaan'ın ilgisini çekecek kadar standarın bile altında.
Derin bir müzik kültürüm de yok.

Yine de çok seviyorum şarkı dinlemeyi. Hem de çok...Ve de aslında söylemeyi. Bu konuda kendimi en rahat Kaan'ın kolik sancıları döneminde hissettim.
Bir annenin en çılgın kabuslarından biri...Bebeğiniz 6 haftalık falan tam size gülmeye başlamışken  , birden 3-5 saat süren ağlama krizlerine giriyor.
Bu konu hakkında kitaplar, internet, yaşayanlar, doktorunuz sizi sakinleştirecek onlarca data veriyor.
Ama nafile öyle ki, bu kolik işi piyango sistemi ile çalışıyor.
1. piyango; hangi bebekte olacağına dair hiçbir data yok. Başladı mı başlıyor ...
2. piyango ; günde bu ağlama krizinin kaç saat süreciğine dair yine bir data yok.
3. piyango; günün hangi saati başlayağına dair yine bir data yok.

 4. piyango ; ve en zorlusu kaç hafta veya kaç ay süreceği de belli değil.

Kaan yaklaşık 5 hafta yaşadı kolik dönemini. Bu da en kısasıymış zaten.
Saatlerimiz de;   tam annemin evden gittiği 18.00- 20.00 suları ile 22.30 suları arasında yavaş
yavaş öne gelerek seyretti. Yani tam benim onunla yalnız kaldığım, tam babasının o'nu gördüğü ve bizim eşimle görüşeceğimiz, konuşacağımız süreç.
Zaten tüm gece emzirdiğim ve 2.5 saatte bir kalktığım için en geç 22.30'da uyuyakalıyordum. Korkunç birşey !
Bütün gün melek olan gıkı çıkmayan, uyuyan, uyanan, emen bebek durmadan ağlıyor.

Kaan normal birşey yaşadı da ben gerçekten çok anormal yaşadım bu süreci.
Depresyon, sorgulama, suçlama ne ararsanız girdim girdaba.

Sağolsun imdadıma dans etmek ve şarkı söylemek yetişti.Nasıl bir tatmin !

Bu ağlama krizi sırasında anne karnındaki sese benzediği için önceleri fön makinesi ve elektrik süpürgesi sesi işe yarıyordu. Yavaş yavaş etkileri geçti.

Ben deli gibi bildiğim ajda şarkılarından, Ertan ANAPA'ya kadar...kan ve gül, gül ve diken sevgim veeee beeeennnnnnnnn.
Takmışım ana kucağına Kaan'ı evde koşuyorum.Erkeekleriiiii tanıyıııınnnnnn onlara inanmaaaayınnnnnnnnnn....
Sesimin kötü olduğunu bildiğim için yıllarca söylenen şarkıya eşlik etmekte buldum çareyi, korist veya vokalist olarak aldım zevkimi.
Ama işte bu 5 hafta assolisttim.

Ama ne assolist. İnanılmayacak bir repertuarım olduğunu fark ettim.
Kırık bir Türkçe ile 'saçların alev gibi yakıyoooor gözlerimiiii, seeevda seevdaaa unut onu dinsin gönlünde fııırtınaaaa'

Bu komplike repertuarın köklerine bakacağım ....
Aslına bakarsanız çoğunluğu babamdan gelir.
Annem Cat Stevensi John Baez'İ ve klasik müziği ve Türk Sanat müziğini  sever ve de soyler ama evimizde asıl çok şarkı dinleyen babamdı.
Babam sayesinde pek çok karma karışık şarkıyı da ezberlemiş bulunuyorum.
Babamın değişik bir müzik zevki vardı aslında.
İlham İrem'i çok seviyordu.
Ahmet Kaya dinliyordu. Cem Karaca ve ben bir ceviz ağacıyım şarkısından bir ara fenalık gelmişti.
Ama Banko her çıkan Hurşit YENİGÜN kasedini alırdı ...Öyle gülüp geçmeyin işte ben Hurşit sayesinde tüm 70'lerin şarkılarını gözü kapalı söyleyebiliyorum.
Herşeyden birazcıktır;Hurşit YENİGÜN kasetleri.
Mutlaka grup olarak söylerler, çok eglenirler...
takataka takataka takataaa takataka taka ta...hıçkırık sesli kızlar olur, onların nidaları ile ezberlerim şarkıları...
güzel kız uzaklaşmış ' fakat siz de kimsiniz?'
ben bir erkek meleğim, bırak yanına geleyim, o güzel dudaklardan bir kerecik ööpeyim....
Bu yazıyı yazdıktan sonra hemen bu adamcağınız google'da arayacağım :)

Mağaza yıllarımda ki; bu yıllar 5 yıldır Radio Contact dinlemekten Fransızca Müzik konusunda ciddi bir olgunluğa erişmiştim.
Radio Contact se sa supeeeaaaa.....91.1...
Bu yıllarda joe dassin, aznavur, massias ve geç temsilcileri brillant ( parlak danny ) ile tanıştım. Kenny Rogers'ın Lady'sini 2000 defa dinledim o aralar...
Sonra halkımızın düğünde ilk dans olarak bu şarkıyı kullanmalarından dolaylı soğudum.
Ve benim önce Hurşit'in sandığım şarkıların Ajda ve diğerlerinin , sonra da Ajda ve Fikret Şenes'in sandığı şarkıların Massias'ın olduğunu öğrendim.
En büyük şoku Ayten ALPMAN'ın da MEMLEKETİM şarkısının aslında Fransızca olduğunu fark ettiğimde yaşadım.
Sırf orjinalinde söylemek için bile, evet sırf oğluma :) ve sanırım belli bir süre daha söyle anne, çaykı sööle anne der :) Fransızca bilmeyi çok isterdim...


Bazı arkadaşlarımın tavsiyeleri genelde banko beğendiğim şeyler çıktığından özenle üstüne eğilirim.Bunu o arkadaşlarıma itiraf etmemişimdir muhtemelen.
'Çiceğimdir , mesela beni Amy Wınehouse ile tanıştıran,  :)' şarkıyı veya şarkıcıyı magazinle özdeşleştirerek bana anlattığından ondan gelen
datalar bende pek sağlam. Neden çünkü TEMSİL SİSTEMLERİ'ni öğrenirken GÖRSEL olarak yoğun yaşayan biri olduğumu da öğrendim. Şimdi işitseli zayıf olan
ben şarkıları hep o şarkıya ilişkin hayalimle veya o'nu dinlediğim o anla kaydediyorum.

Kafamda onlarca şarkı onlarca sahne ile yapışık durumda.
Bunu düşünürkeeeenn,
Bu sabah uyandığımda radyoyu açtım.
Kanallar arasında dolaşırken çook sevdiğim bir şarkıya denk geldim ama Yılmaz Morgül söylüyor.
Haddim değil elbette ama keşke söylemese. O kadar abartılı söylüyor ki.
Allah Allah ben bu şarkıyı yanlış mı anladım yıllarca diye düşünürken buldum kendimi. Söylediği şarkı, Selda BAĞCAN'dan dinlediğim NEREDESİN SEN ?
Çok seviyorum bu şarkıyı, şarkı beni aldı 2 sahneye odaklattı.
1'i Asos'ta bir tatile götürdü.
Orada belki o akşam açık olan 2 bardan birindeydik,
hafta içi olduğu için de sönük geçen bir geceydi.
Bardaki çocuk tımbır tımbır yavaş yavaş bu şarkıyı söylemeye başladı. Loş ışıklar, arkadaşlarım, eşim bir aradayız.Ilık ılık içime akmıştı.
Bazı sözlerin duygusu o kadar net ki bence bağıra bastıra okunduğunda sahteleşiyor.
O an eşiiim dalga geçerek bana neredeeeessssin seeen dedi.
Ardından çocuk Alla beni pulla beniyi söylerken ben yine ne güzel şarkı diye düşünürken
hadi artık kalkalım dayanamayacağım bu müziklere dedi.
O kadar uç ki, o an duygularımız. Ben zevkten 4 köşeyim o baygınlık geçiriyor!!!
Zaten bugüne kadar FERDA ANIL YARKIN ve askerdeyken dinlediği İNCİ TANEM dışıda Türkçe Müzikten hiç haz etmedi.
Çok kırıldım o gece. Sanki ben yazmışım bu 2 şarkıyı. Çok uzak hissettim kendimi. Çok yalnız hissettim.
2. sahne ise Filiz Akın'ın Tarık Akan'a küskün köyde yürüyen sahnesi...Çoook güzeeelsin Filiz Akın yaaaa. Bir baktım ben o Asos gecesi acımı öyle
büyüttüm ki, Filiz Akın oldum...Köy Öğretmeni oldum çapkın basketbolcu Barbaros oldu ve beni terk etti, aldattı...
Eeeevvvt şizofren böyle başlaaaarrrrr.....
Eşinizle aynı müzikleri dinleyememek çok zordur. Ama ara çözümler vardır. Benim house müzik, Depeche Mode, Massive Attack dinleyen eşimle ara çözümlerimiz;
Bueno vista Social Club, Barry White, Smooth Jazz,Leonard COHEN ve artık ZAZZZ....
Şu Fransız kız.
Ofisteki asistanımız da iş yaparken o'nu dinliyor.

Ama hala çok içime sinerek yaşayamadığım bir Fasıl Gecesi var. Bu gecelerde benim tam ayarım tutmuyor.Benim şarkılarım olmuyor.
Mesela dedem çok Türk Sanat Müziği söyler. Onun radyosu ile bütün gün peşinde dolanırdım.
Ama en çok ÇIRPINIRDI KARADENİZ ve DALGALANDIM DA DURULDUM'u söylerdi.
Neşelenmesi gerekmez ortam gerekmez hep söyler mırıl mırıl.

Annemle babamın hemşire arkadaşı Nezihe abla, beni 5 yaşındayken, Türk Sanat Musikisi özel dersine giderken yanında götürürdü.
Onlar Mehteran Takımından Aydın Bey ile meşk ederken ben hep sözlerin anlamlarını düşünürdüm.
Mihrabım diyerek sana yüz vurdum....Buradan mihrabı öğrendim.
Sim Ten Gonca Fem , gonca ağızlı demekti mesela...
Burada katıldığım bir kaç ders sayesinde eski Türkçe şiirleri, Türkçeye çevirme zamanı geldiğinde hiç zorlanmadım.

Amcam taverna şarkıları bilirdi. Nejat Alp veya Arif Susam şarkılarını ilk ondan duyardım.
Tamara Tamara paralar gitti kumara.Bunun bendeki hayalinden muhteşem bir DISNEY filmi çıkar.
Ayda yılda 1 pazar onda da yağmur yağar:)
Ezberlenmeyecek gibi değil...

Bizim bir grup olarak Asmalı Konak öncesi Özcan Deniz'i bağrımıza basışımız, Senem'in Bostanbı balkon gecesinde şişe ile
ama dön desem , seviyorum seni gel desem demesi ile başlar....

Hepsi bir film kurgusu ile henüz ezberimde. E hayli yüklü bir data...Hayatın ta kendisi.
İyi ki bu kadar çok şarkı var...iyi ki bu kadar çok çeşit.
Ne diyordum bi de sesim olsaydı :))))))))))

TÜM ÖMRÜMÜZÜ KELİMELERLE KENDİMİZİ İFADE ETMEYE HARCADIK .....

...........Ömrü boyunca kendisine destek olan kardeşinin müşterilerini memnun edemediği ve resimlerinin öldükten sonra değer kazanacağı düşüncesi ile kardeşine refah sağlamak için intihar etmiş olabileceği olasılığı üzerinde durulur...
Daha da acı olan şudur ki, kardeşi Theo kendisinin ölümüne dayanamaz ve kısa süre sonra o da yaşama göz yumar....
...........................
...........................
Sarı ayçicekleri tablosundan etkilenen arkadaşı Gaugin'i yanına çağırır ancak Gaugin , yaşadığı yeri çok kırsal bulur ve aralarında gerilim başlar. Arkadaşlıklarının kötüye gittiğini düşünür ve kulak memesini keserek bir fahişeye verir.
......................................
Evet, yukarıda yazdıkların Van Gogh'un hayatına dair küçücük ama dönüşü büyük cümleler....
Her bir ressamın veye müzik adamının hayatını okuduğumda bir kez daha DELİLİK ve DAHİLİK'in ardışık olduklarını anlıyorum.
Büyük yetenekleri yaşamdayken korumak ve kollamak için dünya üzerinden geçerli bir kural yaratılmalı.
Sergisinde geçirdiğim 1 saat 15 dakika hayatımın en huzurlu anlarıydı.
Oysa bu huzur görüntüleri için neredeyse tüm hayatı boyunca huzursuzluğu deneyimlemiş...
Yine sözün bittiği yer ....

NEREYE GİDİYORUZ ?



Harikasın Genco ERKAL..
İnsanın içine Aziz Nesin çekmesi....
Ciğerlerine çocukluk kahramanının, gençlik idolünün dolması hem Genco sayesinde...
Ne çok okurdum ?
Ne çok gülerdim ?
Sanırım 8 yaşında kıkır kıkır elimde UYUSANA TOSUNUM ile dolaşıyordum.
Kitaplarını okuyor bir daha okuyor her yere taşıyor paramparça olana dek elimde gülüyordum.
TATLI BETÜŞ sayfa sayfa olmuştu elimde.
AH BİZ ÖDLEK AYDINLAR ile büyüdüğümü hissetmiştim.
Nasıl zaman aşımına uğramamış hiçbir cümlesi ?
Nasıl her devri özetliyor bir çırpıda ? 
Herkes başka birşeye güldü, herkes başka birşey düşündü ...
Annem fırlayarak ayakta alkışladı.
Tüm salon düşünmeden ayakta alkışladı.
Doydum....
Ama ama öyle güzeldi ki ; hemen yine açıktım :)

çıtalarımız ....

Levent Kazak’ın yazdığı, Laçin Ceylan’ın yönetmenliğini üstlendiği yeni tiyatro oyunu “Cam”
Başarılı oyuncular Dolunay Soysert, Mete Horozoğlu, Deniz Çakır, Bülent Alkış ve Selen Uçer’in rol aldığı “Cam”ın biletleri Biletix’te satışa çıktı!

Tiyatro GAGA ve AYSA Prodüksiyon Tiyatrosu’nun ortak projesi olan “Cam”, alışılmadık kurgusuyla tiyatro severlere şaşırtıcı bir deneyim sunuyor. Kocasından boşanmak üzere olan bir resim öğretmeninin atölyesinde geçen oyun; “kadın”ın sosyal konumu, insan ilişkileri ve hayatın sürprizleri hakkında izleyiciyi derin sorgulamalara yönlendiriyor. “Cam”; aynı şekilde başlayan bir hikayenin, anlık bir karar ve bir rüzgar esintisiyle nasıl iki farklı yöne akabileceğini şaşırtıcı kurgusuyla gözler önüne seriyor.

“Cam”da; 9. Afife Tiyatro Ödülleri’nde “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” seçilen Dolunay Soysert, “Nefes-Vatan Sağolsun” filminin yüzbaşısı, “Vay Arkadaş – Manik, Tik, Dildo”nun “Dildo”su Mete Horozoğlu ile “Yaprak Dökümü” dizisindeki “Ferhunde” rolüyle tanınan Deniz Çakır’ın yanı sıra sevilen oyuncular Bülent Alkış ve 15. Adana Altın Koza Film Festivali “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllü Selen Uçer rol alıyor. İki perdeden oluşan “Cam”ın yardımcı yönetmenliğini Zeynep Ocak üstlenirken, dekorlarını Barış Dinçel hazırlıyor.

......................

Yukarıda bilgileri olan oyunu CKM'de eşimle izledik.
Tiyatronun nankör olduğunu biliyorum , ufacık hatalara meydan vermeyen anların toplamından oluşuyor, öte yandan metin elbette çok önemli.
Kafamı oyundan çıktığımda toplayamadım evet aynen yukarıda yazdığı gibi farklı bir kurgu var mı ? Var.
Oyuncular tek tek ellerinden geleni yaptılar mı ? evet...
Hata var mı ? yok...
Ama bu kadar yüzeysel hissettiren ne o zaman ?
Şu ; herşey İZ bırakmak zorunda değil ki...
Bazı şeyler de aralarda vardır ...
İyi gelir, unutulur, saçma da olabilir, yetersiz de gelebilir.
Bir kere bu işi yapan adamlara saygım sonsuz.
Ama öylesineydi işte....
Diziler gibi...
Kendime de öylesine işler yapma rahatlığını tanımak için kocaman büyük bir örnekti.
Yapmak, denemek, fırsatları değerlendirmek, rahat bırakmak lazım.
Deniz, Mete, Dolunay benim gözümde BİRYER'deler onlar kendilerine izin vermişler.
İyi de yapmışlar...
Canı çekirdek ister insanın bunu unutmamak lazım.
İşte çekirdeğin çıtırı olacağım diye de yıllarca beklememek lazım artık eminim....
Çıtaları kim koydu bize ki bizden başka...
Kim atlayabilir kendinden başka kendi koyduğu çıtanın üzerinden...
En yüksek çıta ,uçurtmamızın çıtası olsun , hadi artık...

16 Mart 2012 Cuma

insomnia mıyım? hasta mıyım ?

tuhaf huylarım, kemikleşmiş inançlarım var benim.
hasta olmak istemiyorum.
hastalıkla ilgili ön yargılarım var.
dinlemezsen geçer, odağına alırsan hastalık seni sarar gibi.
he çok mu yanlış? bu savunumun yanlış olmadığı zamanlarda oluyor .
bunu yaparken kendimi dinlemeyi sıklıkla unutuyorum.
öyle bir patlamaya başladı ki vücudum içimden kocaman bir adam heeeyyy nereye diye bağırıyor adeta.
geçtiğimiz salı yataktan kalkamadım.
yine tabii ki her zaman gibi kalkmak zorundaydım.
kendimi zorladıkça istemsiz bir şekilde gözümden yaşlar dökülüyor.
buna bile istemsiz yaşlar diyecek kadar fizyolojimi takip etmeyi redediyorum işte.
resmen canım yanıyordu.
basamıyorum, dönemiyorum ve her birine kendimi zorladığımda ağlıyorum.
sonuçta , belimdeki o kronikleşmiş ağrı ile soğuktan tutulma boyundan kuyruk sokumuma sokulma birleşti ve 3 + 5 ( ben bu 2. 5'i kaale almadım ) sırt üstü yatmam gerekti.
yatmak benim için çok büyük bir ceza...
hani insanlar derler ya şöyle 2 gün sırt üstü yatsam diye ...
yapamıyorum...
öyle bir yaptım ki, zorunda olunca vücut benim buna ihtiyacım var deyine öyle bir yatmak zorunda kalıyormuşsun ki...
he elimde ıphone'umla yattık ama bu bile benim için birşey...
sonra yatarken fark ettim ki meğer benim midem feci halde ağrıyormuş.
yanma, şişme..
ayrıca halsizim hastalığın dışında da.
hep uykuluyum ama extra uyanık görünme çabasındayım.
bir sürü tetkik yapıldı bunların neticesinde.
boynum ve kuyruk sokumum konusunda bir kez de fizyoterapist Işık Akgöl gördü beni.
bir kez daha anladım Doktor var Doktor var.
kadın doğum doktorum Egemen Yurdagüven , oğlumun doktoru Günay Ermergen ve şimdi Işık Hnm top 3'ü paylaşıyorlar. 33 yıllık yaşamımda.
Işık Hnm beni dinledikten sonra net birşey söyledi ve yine bir aydınlanma yaşadım.
-Bade Hnm sizin anlattıklarınızdan sizin uykunun 4. evresine giremediğinizi anlıyorum.
Bu gece kendinizi takip edin lütfen .
Dostlar, Beyler , Ağalar , Sevgili Vatandaşlar herkes o kadar doğru ki...
Sabah 06.00-08.00 ( Kaan 07 civarı uyandığı için mümkün değil ) sızıyorum.
05 gibi kedim cinleniyor tırmık kulesini tırmıklıyor...
Kaan hasta değilse bir kere su istiyor artık şükür ..03.00 gibi...
Eşim 01.30 gibi yatıyor , terliklerinin sesi uykumun arasında araba lastiği çiğniyorum gibi hissettiriyor.
12.00 gibi yatıyorum zaten...
Kısaca 1,5 saatlik döngülerle gece hayatım aktif...
U-YU-MU-YO-RUM..
Şu an aldığım kas gevşeticiler sayesinde biraz daha iyiyim...
Uyumadığım kesin bakalım MR sonuçları ile yorumu ne olacak Işık Hanımın ...

Bu Mobilya Eski Değil Mi Ablacım :)))

Nihayet bugün tv altlığı gündemiz; eşyamızın evimize ulaşmasıyla son buldu.
Bu arada eski tv altlığımız temizlik perimiz Perihan'a gitti.
Eski olmakta tüketim toplumu zavallısı bir çiftiz kocamlan :) 3 yıllıktı...
Aldığımız yeni ürün, eskitme ağaç..
Borusan Lojistik'in görevlileri pat patları söktüğünde Perihan'ın gözleri dehşetle açıldı.
Resmen bu yanlış olmuş geri gönderin dememi bekledi.
Adamlar gittikten sonra tutamadı kendini.
'Bu mobilya eski değil mi ablacım bana verdiğin daha yeniydi'.

O kadar üzüldü ki; o'na verdim yeniyi aldım kendime eskiyi diye.
'Perihan bak bu ağaç , orta sehpamız da böyle 'dedim.
'Zaten o'nu zor kapatıyordum örtülerle ' dedi ...
Tam bundan 1 hafta önce de benim için aynı üzüntüyü kayınvalidem yaşadı.
Salonda eskitme taş yıkama bir pathwork halı var şu an, yılbaşında aldım.
Halı turkuaz rengi salon ise bej , camel tonlarında...

'İnşallah borçlarınız biter eliniz açılır da doğru düzgün yenir bir halı alırsınız üzülme olur yavaş yavaş ' dedi.
Eve yeni ne soksam , insanlar bana acıyor :)
Eskiiiiler aliiiiyorrrrruuuummmmmmm.......

KIVANÇ DİLEMMASI :)

Popüler kültür esaretinde, aldığım felsefe eğitiminin vizyonu ve çıktığım koçluk yolculuğunun içimde yarattığı değişimin naçar canlısı olarak hayatta ve ayakta durmaya çalışıyorum...
Çok yakınımda olanların dışında bu cümleyi anlamaları zor , kabul ediyorum.
Şu ki ; ruhumu beslemeyecek herşeyi red ettiğim bir dönemdeyim.
Bu isterse işimin gerekliliği olsun, isterse bir arkadaşımın başlattığı dialog , isterse herhangi bir rolümden kaynaklı sorumluluk.
Yaptığım beni ve şartlarımı zorlayacak da olsa beni beslemeli...
Bu da bu yaşın olayı ...
İşte bu noktada DİZİ izlerken yaşadığım sıkışma meydana geliyor.
Yetenekli insanlara saygım sonsuz.
Kaliteli işler nutkumu tutulmasın sebep...
Kimse yadsıyamaz KIVANÇ çok ama çok yetenekli bi çocuk.
Beni belki sarışınlığındandır zerre kadar baklavaları manken olmasına sebep şeker tipi ve mavi gözleri asla heyecanlandırmıyor.
Aşk-ı Memnu'dan hemen sonra EZEL'de büründüğü rolün ardından KUZEY'de patladı.
Her hafta ne yaşatır kim bilir diye izlemekten kendimi alıkoyamıyorum...
Ya şarkı söylüyor ya çocuk gibi seviniyor ya hayal kırıklığına uğruyor ama tam da ne ise 'o' oluyor...
Bu sezon ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ'ye bile karşı koydum yeter duygu sömürüsü diye ...
Ama tüm olumsuz duyguları bir araya getirelim de bir insanların canını yakalım diye oluşturulmuş senaryoya sırf Kıvanç'ın yeteneğinden kendimi alıkoyamadığım için vazgeçemiyorum.
Bu dizide aldatılma, evlat kayırma, kardeş vicdansızlığı, sevmek bir araya gelememek, tuzak kurmak, düşmanlık, adilik gibi eski Mısır'da karşılığı olmayan OLUMSUZ kelimelerin hepsi vücut buluyor.
Bu senaryonun zihnimi kirletmesini istemiyorum.
Olumsuz duyguları körükleme sürecinin esiri olmamalıyım.
Ama ben bu çocuğu nerede izleyeceğim o zaman...
Nasıl şahidi olacağım oyunculuktaki gelişiminin ?
O yüzden kötünün de kötüsü var ama üzülmeyin hepsi buradaya şahit olmaya devam...:(

REMBRANDT ve ÇAĞDAŞLARI...

Çok sergi adabı ile yetişmedim ama resimlere dokunulmaması gerektiğini öğrenmişim bir yerde.
Bugün bu bilgiyle mücadele ederken yakaladım kendini.
Çünkü portresi çizilmiş olan kadının elbisesi gerçekten plileri ile orada duran bir kadife olmaya o kadar yakın ki...
Zihnim bana oyun mu oynuyor bir de dokunsal olarak kontrol etmeliyim güdüsü yaratıyor.
Flaş ; yağlı boya tabloya zarar veriyor bildiğim kadarı ile resmini çekemedim ama o resmi umarım internette bulurum ...


Her resmin hikayesini dinlemek önünde öylece durasım vardı.
Yine saatler, kısıtlı zamanlar, köprü gerçeği evde bekleyen çocuk, dinlendirilmesi ve ayıp edilmemesi gereken anne konuları yüzünden hakettikleri vakti ayıramadım ama 1 saatliğine dünyadan koptum mu?  koptum...
Bir de bugün şunu anladım yurt dışında koştur koştur müzelere gittiğimizde aklımda hep gidilecek yeni yer yetişilmesi gereken öteki program oluyor.
Yani benim için öyle.
Bugün 1 saatti ama tam bir kopuştu.
Hollanda'ya kadar uzandım döndüm.
Resimlerin hikayesi resimlerle o dönemi o ülkeyi yaşamak ne kadar kutsal ?
Ve ne kadar gerçek...
Yorumları dinledikçe , Cengiz Hoca geldi aklıma ?
Nereden Biliyorsun ?
Felsefe 1. sınıfta ilk öğrettiği şeydir.
Nereden Biliyorsun ?
Bir Sanat Eserinin şu ya da bunu anlattığını iddia etmek tam böyle birşey...
Belki de olgunlaştıkça dinlememek sadece o ressamın zihnine kendi zihninle girip serbest kalmak en doğrusudur.
Daha o kadar KANT'ın KENDİNDE ŞEY ( DING AN SICH ) * noktasında değilim ...
Merak ediyorum, dinliyorum...
Enfesler....
Tablolar enfesler....
Gitmek , bakmak,  zaman yaratmak,  içine girmek,  yaşamak ; ressamı kendi imgelerinde yaşatmak lazım..

*duyularin dünyadan gelen mesajlari almaya yarayan araçlar oldugu, basit alginin etki ile tepki arasindaki bire-bir sürekli bir baglanma iliskisinden dogdugu varsayimi hem öznelciligin hem de nesnelciligin dayandigi davranisçi bir varsayimdir .

AĞAOĞLU MY HAREM ....

Törpülene , esneye bir yerlere geldim , geldim de şu değerler feci iş.
Dokundu mu yanıyorsun kardeşim işte?
Bu meyanda ben bu evimin dört yanı inşaatları ile çevrildiğinden her sabah her akşam ismini okumak zorunda kaldığım AĞAOĞLU'na çılgınca bileniyorum.
Geçen sabah gazeteyi açtığımda Petek ERTÜRE ile otelinde konukları ağırlamıştı.
Tam 1 gün sonra Petek ERTÜRE'den ayrılmış Rus sevgilisi ile İstinye Park'ta , 'parası mühim değil beğensin yeter' açıklaması ile araba seçiyordu.
Ben de bu adam nerden baksan 55 yaşında bu kızcağızlar 25 falan nasıl oluyor aman bana ne diyordum ...Buraya kadar normaldi.
Sonra Milliyet Gazetesini açtım ki ; hep nikahlı eşime karşı mahcubiyet hissettim başlıklı tam sayfa röportajı ile karşılaştım.
Kendileri bu röportajı evli olmadığı ama 4 yaşındaki oğlunun annesi olan satış müdürü olan nikahsız eşinin evinde veriyor. Bu nikahsız eş ile Altunizade'de yaşıyor.
Ama mahcubiyet hissettiği eşi ile Ataşehir'de de evi var.
Bir de parası mühim değil denilen Rus sevgili var.
Bunu da matah birşey gibi anlattığı bir röportaj.
Yasak değil mi bu ?
Bu nasıl bir harem pazarlaması ?
Bu nasıl bir örnek insan ki , üniversitelere gidiyor gençlere örnek oluyor ?
Nerede Ahlak ?
Ahlağın başladığı yer neresi...
Muhtemelen iyi bir medya satınalması sistemi var, her hareketi pazarlanıyor evleri de daha iyi satılıyor.
Hatırlarsanız Acarkent'in yeni yapıldığı sırada Erdal ACAR ve aşkları 1. gündemiydi magazinin.
Acarkent doldu Erdal ACAR , Emel ACAR'ın biricik eşi olarak kendisine mağazalar satın alıyor.
Keşke özenilenler bunlar olmasa.
Bu adam cömertse atıyorum bu yanı anlatılsa.
Tam da ayıp denen bir yaşam LÜKS ve BAŞARI gibi takdim edilmese...

SİZİN İSTANBUL BEYEFENDİNİZ KİM ?

Katıldığım eğitimde ki süreç uygulamalarından biri çocukluğunuzdaki büyük hediyeyi bulmaktı.
Sordu bana partnerim 'orada ne var' diye ?
Cıvıldayarak cevap verdim , her ctesi annem beni tiyatroya götürüyor...
Nasıl birden Harbiye Muhsin Ertuğrul'a şimdiki adı sanatçılar parkı olan parkın merdivenlerinden kırmızı ekoseli eteğimle saçlarım iki yanda kuyruk koşa eğlene gidesim gözümde canlanıverdi.
Tiyatro benim için büyülü bir aşk...
Aşklarını bıraktıkça insan hayatı yavanlaşıyor.
Hepsini hatırlamak hepsini katmak lazım yeniden.
Unutuluyor çünkü. Ya da verdiği o haz unutuluyor.
Böyle demişken Genco ERKAL hem de BERTOLT BRECHT'i oynamaya ayağımın dibine Kozzy'e kadar gelmedi mi?
Annemle gittik.
Tam olarak duygum neydi biliyor musunuz ?
Nefes aldım...
Bollaştım , ruhen bolllaştım...
Tiyatroyu hep böyle adamlar yapsın.
Hep böyle bir adanmışlıkla yapılsın.
Burası benim mahremim; oluversinciler olmasın, bu sahaya dokunmasın.
TÜLAY GÜNAL muhteşemdi, dilim tutuluyor, alkışım ellerim minicik kalıyor sanatçı karşısında.
Metinlerin adaptasyonu ve geçişi harikaydı.
Beni öyle bıraksalar onlar bir daha oynasalar bir daha oynasalar ben de ezberlesem.
İçimde böyle okyanusta surf yapanların coşkusu ile çıktım 1,5 saatlik keyiften....
Babamın Nişantaşındaki kırtasiyesinin karşısında yaşardı kızı ile Genco ERKAL.
Dükkana girdiği anda ben küçük bir kız çocuğuyken sesinin tüm dialoglara hakimiyeti kulağımı kamaştırırdı.
Diyelim ; dosya kağıdı istiyor , sanırsınız tirad okuyor.
O zamanlar İstanbul Beyefendisi kavramım benim için oydu.
İstanbul Beyefendisini '0' sanırdım.
Bazen çocukluk kahramanlarınız , kavramlarınızın hakkını veremez.
Ben o'nu 5 yaşında keşfettim , şimdi 33 yaşındayım, 28 yıldır kendisi benim , yetenekli , azimli, yenilmez İstanbul Beyefendimdir.
İyi ki varsın tiyatro, iyi ki kendine bu kadar iyi baktın Genco ERKAL....
Yaşattığınız için minnettarım...

27 Şubat 2012 Pazartesi

Halkalı'dan Ataşehir'e İyi Kötü Dans Pisti...

09.00'da yola çıktım Ataşehir'den 11.00'de Güneşli'de oldum ....
15.30'da geri dönüş yoluna çıktım Halkalı'dan 17.30'da Ataşehir'de oldum...
Şebnem Ferah dvd'si sağolsun gayet iyi atlattım :)  ve arada ( benim kusurum ) gözden kaçmış bir şarkı keşfettim ...Yüreğine sağlık Şebnem...Ve İstanbul Senfoni Orkestrası ile verdiği konserde bu şarkıda onunla dans eden hayranı çocuk. O ne güzel hayran olmak , ne güzel bakmak...Seven herkesin yüreğine sağlık...

http://www.youtube.com/watch?v=SfNeqx0dfvA&feature=related

biriyle fena halde konuşmaya ihtiyacım var
biriyle fena halde dertleşmeye
evimde ne sıcak bir tabak yemeğim var
ne de televizyonun sesinden başka ses


ama içimde bi' yerlerde sabır taşı gizli sanki
doğduğum günden bugüne orda duruyor
sessiz bir kaya düşün deniz kıyısında yalnız
dalgalara göğüs gerip soğuktan üşüyor


ne ahlak ne de sevgi gökten dünyaya indi
insanlık istedi keşfetti hepsini
dün doğmuş bir bebeğe bile girebilen mikrop misali
içimizde hem kötü var hem iyi


hangisi daha güçlü diye beklemektense
heyecanla attım kendimi dans pistine
ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
aklımdaki soruların hepsini soracaktım


"senin ne haddine böyle şeylerle uğraşmak?"
diye soran hazırcı tembel sen misin?
böyle yaşlanmak olmaz seninki eskimek, çökmek
ruhu küskün bomboş bir bedensin


kelimeler yetse daha neler neler buldum
elimle koymuş gibi huzurluyum
geniş ve loş bir yer istersen sen de bir uğra
doğru yanlış iyi kötü herkes orda


hangisi daha güçlü diye beklemektense
heyecanla attım kendimi dans pistine


ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim
biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim
neden böyle olmuşuz nerelerde kaybolmuşuz
aklımdaki soruların hepsini soracaktım

yaşasın bebek kokusu..

Allahımmm Allahım sen o'nun o içi gülen gözlerini nazarlardan koru...
Bebeklere ve kedilere taparak hayatımı geçirebilirim.
Nasıl özlüyorum arkadaşım ben seni, pembe kostümlü meleğin annesi...
Doğurdun doğuralı yüzün iyiden senin de melek...
Biliyorum pisin pistir :)
Hala çok komiğime gidiyorsun ...
Çok rahatım yanında...
Neyi kastettiğini bilmenin rahatlığı...
Zamanın aşındıramayacağını artık anlamanın coşkusu...
İyi ki döndük :)
Yerin ayrı zaten aşikar ama bu kokudur bundan sonraki birinci motivasyonum bilesin...
Eloş, Allah sana uzun ve mutlu bugün gördüğüm gibi huzurlu ömürler versin...
Mesafelere yetebildiğimce seni de çok seveceğim...

26 Şubat 2012 Pazar

hey gidi Lizbon yılları :)))

Geçen yıl tam da bu vakitler Lizbon'daydık , çiçeğimlerlen :)
Topu topu 2 gece 3 günlük tatil ne kadar yer etmiş , ne kadar tadına doygun vakit geçirmişiz meğer...
2 gecede bu hatırladıklarımızın hepsini nasıl yaptık?  hala kafamda toparlanmıyor.
Radio Voyage sıklıkla FADO çalıyor her çaldığında o muhteşem FADO mekanını hatırlıyorum.
Bir de ismini hatırlasam.
Film karesi gibi sahneler.
Tadımlık ama doyurucu tabaklar.
Mutfaktan bulaşık yıkarken elinde tabakla fırlayan vokalist bulaşıkçılar.
Şişman ama her yaştan rüya sesli kadınlar.
Onlara eşlik eden Portekizliler...
Ne tadına doyulmaz bir gece imiş.
Çıktıktan sonra bağıra çağıra FADO söyler olduğumuzu hatırlıyorum.
Kararan mekandan lavabodan saçında koca kırmızı toka ile dönen çiçeğimi bazı turistlerin şarkıcı sandığı anı hatırlıyorum.
Diğer gece de şehrin ıssız liman bölgesinde sıra sıra dizilmiş olan ve kapılarında kuyruklar olan gece klupleri.
İçlerinden Blue bişeyi seçişimizi.
İnsanların İngilizce olan ama ilk kez orada şahit olduğumuz şarkılara delice eşlik edişini.
Sonra bizim Beyoğlun'da ki rock barların en berbatının berbatı bir yerde bir bira içimliği durmuşluğumuz var.
Diyorum ya 2 gece nasıl yaptık biz bunları ? He bu arada her birinden önce yenmiş kallavi yemekler var.
Ne bereketli tatilmiş.
Gündüzleri havası şurup gidiydi, iflas ediyor olmasına rağmen insanların anın tadını çıkarışı ve asıl kendi halkının  doyasıya gezişi , o daracık sokaklar , çılgın tramvayi deniz ürünleri hepsi güzeldi ama bu 2 gece başka kazınmış kafama.

Biraz daha görüntüler iç içe geçse ben bir Almodavar filminde oynadım diye iddia edebilirim.
Ya da ben Lizbon'da yaşadım orada çok yoğun gece hayatım vardı diyebilirim.
Bu arada ben dayanamayıp gece otele erken dönen kişiyim ,çiçeğimin geceleri daha da uzatmışlığı var :)
Şimdi pek moda olan Halil Sezai'ye denk geldiğimde mutfaktan aniden çıkan FADO mekanı sahibinin şarkılara eşlik ederek sanatçıları dinlerdiği an geliyor aklıma.
Tipi de benziyordu Halil Sezai'ye adamcağızın.
Bu arada o mutfaktan fırlayan bütün çocuklar biscolata reklamından kopmuş gibiydiler.
Halil Sezai de FADO ayar söylüyor işte ya da marjinal popumuz vardı, marjinal rockumuz, marjinal arabeskcimiz oldu kendisi.
Sevmiyor ya buraları medyayı falan o da huzur bulur Lizbon'da, biri kendisine söylesin ...:)

sevgililer günüsü...

Ayten Alpman Radison SAS , jazz centerda çıkıyormuş aa ne hoş olur dedik.
4 kişilik masada, 2 kişi siz 2 kişi tanımadığınız başka bir çift olacak.
Kişi başı 180 TL.
Yemek yok .
Minimum 25 TL'lik  + yemek harcaması yapmak zorundasınız.
Valesi zartı zurtu dio ki, smooth jazz dinlicen, boğaza gelecen alırım 500 TL'ni aç bil aç ta yollarım seni diolar yani.
Neden sebep?
Çünkü sevgililer günü.
Muhtemel bıncık cıncık kırmızı güllerle num numa giden y kuşağına alternatif 2. bahar sevgilileri için tek uygun program buydu.
Ve de madem hem 40lı yaşlarını aştın hem sağlıkla ayaktasın hem de üstüne sevgili yaptın 500 TL ödemek senin 14 şubatta 1. vazifendir diye düşünülmüştür.
Biz de evimizde yemek yedik , kermonun doldurduğu şarkılarla , yeni tabak takımlarımızla.
Dans ettik oğlumuzla...
Çok güzeldi , çok içimize sindi, peynirimiz de şarabımız da...
15. sevgililer günümüzdü , Allah herkese herşeye rağmen kutlama sevinci versin özel günleri 15 yıl ve daha ötesi boyunca...

ben kendim dap bu işi...

ben bu işi hallet...
son 40 günün favori cümlesi.
babası ve beni durduruyor her an Kaan.
ben bu işi kendim dap.
ben bu işi hallet.
evet hala zaman kipi olmadan konuşuyor oğlum ama her şi halledebileceğine yürekten inanıyor.
ellerini kendi yıkıyor, sıvıları kaşığı ile kendi yiyor, sıkıysa yardım etmeye kalk.
anne sen aciiii....
tüm kötü sıfatlar acii'nin altında toplandılar.
diş macunun gramajına kadar kendi karar veriyor.
bebek değilim ben büyük Kaan...

evet büyük Kaan 10 gün önce tek başına tuvalete gitmeye başladı.
donu, pantalonu ne şekilde çekilmiş olabilir yukarıya çok da düşünmeye gerek yok.
ama şenlikle kutladık tabi ki bu anı...
ellerine sağlık  becerikli oğlum ...
daha neler yapacaksın kim bilir?

yeşil bisiklet ...

Alin Bebek 1 yaşına girdi. İyi ki de doğdu. Kırmızı yanaklı papatya Alin. Canım Oğlumun bebek imgesi.
Leyloçsa ilk göz ağrısı. Kaan'ın Leyloç ben seni korurum dediği an dedim heeee işte kızım oğlan anasısın.
Şebelek kendini koruyamıyorsun senden 7 ay küçük Leyloçu nassı koruyacaksın diyemiyorsun tabii.
Aslan oğlum korursun tabii derken yani gaz verirken buldum kendimi.
İşte Alin'in doğum günü sebebi ile Leyloç da türlü hediyelerin topu topu 15 ay büyük abla olmakla hiç abla olmamanın keyfini ve peppe bisikletini sürüyordu ki.
Kaan'ı yine romantik bir dehşete düşmüşken yakaladı gözlerim.
Anne Leyloc bana bunu vermio sen de bana al, füppen anne füppen . ( lütfen )
Klasik 3 yaş doğumgünü hediyesi olarak tasarladığımdan bisikleti ve oğlumun benim gibi hiçbir iyi ve kötüyü unutmayan birinin oğlu olduğunu unutarak bisikletsiz gittim eve tabi..
Bir de bilemedim açıkcası 3 tekerlek midir alınması gereken yoksa destek tekerlekli 2 tekerlek mi ?
Kapıyı açmamla - anne pisipetim nerde , neden ama neden almadın anne -
Anayım ben çekilin leyyyynnnnnnnn kıvamına geldim 3 dakikada.
Büyük Motor Kas Danışmanımız anneannemizi de alıp gittik akşamın körü mayazaya :)
Gözünü sevdiğimin Ataşehir'i , resmen travma geçirmişim Dudullu'da, 5 dakika içinde herşeye ulaşmak benim için kilit duygu.
Daha biz annemle 3 müdür, 2 midir derken.
Ağbi , ağbi, füppen bu benim için , füppen bunu bana ver ağbi, bu tam benim göre...
Anne ben dap bu işi ...
Evet Kaan 2 tekerlekli, ben10'li bisikleti aldı bana sadece ödeme yapması kaldı.
Onun o heyecanı dünyalara bedel.
Otoparktan eve taşıyan hali.
Aralıksız 3 saat uğraştı.
Ne bana ne de babasına elletmedi.
2. günün sonunda kullanmaya başladı.
İnsanın evladına bisiklet kullanmayı öğretirken anısı olur ya.
Kaanimo aldı başını evde dolanıo bisikleti ile.
Dönüm noktalarından biridir bisiklet.
Bunu da döndün , aferin bebeğim...

Ağlama Filmlerim...

Üzülmeye zerre kadar tahammülsüzüm bu aralar.
Aslında anne olduktan sonra.
Çocuklar ve hayvanlarla ilgili acılar resmen içimi kanırtıyor.
Kızıyorum da acı üzerine kurulmuş, kurgulanmış herşeye.
Beslemedikten sonra ruhumu neyleyim sanat eserini tadındayım artık.
Oysa ki ; çocukken romamların en acı vereni en sevdiğim olurdu.
Küçük Kadınlar'ı bundandır 3 kere falan okumuştum.
Puşkin'in Yüzbaşının Kızı, sonra Anna Karenina...
Kırk yılın bir başı tek başıma sinemaya gidesim oldu.
Bu hayatımda 2.'dir.
İyi beni ambulansla çıkarmadılar sinemadan.
Çok ağlıyorum ben ya.
Çok içine giriyorum.
Zenneydi beni bu kadar ağlatan.
Bence pek çok ödülü hakediyor.
Renkler, çekimler...
Lisede Ali Hakan bir film iyi filmse son karesini hep hatırlarsın demişti.
Bu filmin son karesi gitmiyor gözümün önünden.
Metafor kullanımı çok başarılı ...
Sonra evde Savaş Atı'nı izledik kermoyla.
Kermo da hoş ...
Nice Çağan Irmak filminde gözünden bir damla yaş gelmez.
En dramatik haberler 'ee kızım , hayat böyle bilicen böyle yaşayacaksın ' halindedir.
Benim höngürrrt diye ağlamam alışagelmiş bişi de o da ağladı.
Tanrımmm o ne güzel at..
O ne asil hayvan, o nasıl bakış...
Ne güzel bir anlatım dili...
Yetenekli insanlara kazak örüp gönderesim geliyor.
Spielberg'e benden bir haroşo..
Gerçekten öyle bir duygu uyanıyor içimde.
Çağan yazınca aklıma geldi Dedemin İnsanların'da da çok ağladıydım.
Babaannemin evinin aynısıydı Girit'teki ev.
Bir de kiminle konuşsam aaa ben izlediydim diyor neyi izlediysem.
Erken mi uyuyoruz? uyuşuk muyuz ?
Herkes ne çok şeyi bir arada yapıyor kardeşim.
Takdirlerimi sunarım..

Mehmet Yaşin olayım daa......

Cem YILMAZ'a gittik. Ölüyorum sandım gerçekten gülmekten.
Her zaman ki gibi çıktık ve biz neye bu kadar güldük dedik.
Hooop kayboluyor.Hiçbirşey hatırlamıyorsun.
Bu yüzden yılda 1 tekrar izleyen var o'nu.
Aklımda en çok Mehmet YAŞİN ve Vedat MİLOR ile ilgili anlattıkları kaldı.
Defalarca aklımdan geçenleri o anlatınca acayip birşey dinliyor gibi bayılırcasına gülerek dinledim.
Mekanlar ve yemekler hakkında yazmak ne keyif verici bir iştir diye düşünürken buldum yine kendimi.
Ben de yapim bunu buradan bari...
Az buz dışarıda yemiyorum.
17 yaşımdan beri Meral'cim sağolsun hemen hemen tanına bütün mekanları ziyaret etmişliğim var.
Finanse edilmese ciddi zor iş.
30 yaş civarında başlarsın. Ondan sonra da artık zevkin oturmuş seçer durursun.
Güzel bir kebap denince adresleri vardır, Meral 'in. Tiryaki de onlardan biriydi.
Akmerkez'in Ulus kapısının karşısında her geçtiğimde o'nu orada görüyor olmak bana kaybolmadığımı gösteren levhalar gibi gelirdi.
2-3 hafta önce baktım başka bir isim.
Yine senaryolar yazdım. Ne oldu bunlara diye ?
Hasır'ın ( benim çocukluğum en lüks restauratı ) sahibi ben gençken çok borcu olduğu için kendini vurmuştu o günden beri kapanan mekan içimi burkuyor.
Neyse içime o kadar dert olmuş ki; Senem'e KARATAY'ına uygun yemek ararken pat diye Yeniköy'de çıktı karşımıza.
Bir tat bu kadar mı değişmez ?
Ellerinize sağlık ,harikaydı herşey.
Başka bir gün ki önemli bir gün Mini'nin kızı ile tanışma çekimi sonrası Nişantaşı Mezzaluna'nın yerine açılan Per Cente'ye gittik. % 100 demek :)
O mekanın bende yine çok anısı vardır. İlk sarhoşluğum oradan çıkıp Reasürans'taki Kerem Görsev'in Jazz Barına çarpık adımlarla yürüyüşüm 20'li yaşlarımın favori yeridir Nişantaşı Mezzaluna.
Lüks ve sporun buluşup ,beni gülen aydedelerin rahatlattığı, bana ait bir mekandır.
Pek çok arkadaşımı ilk ben götürmüşümdür.
Yemeklerin italyancasını o menüden öğrenmişimdir.
Bora ile Senem ile Sinan ile en çok yine Meral ve Kermo ile oturmuşluğum sayısız sohbetim vardır.
Başka bir Mezzaluna değil ille de Nişantaşı Mezzaluna ...
Per Cente daha soğuk bir mekan olmuş.
Mini ; balkabaklı ravioli yedi ve memnundu ama deniz mahsüllü risottoyu sevmedim.
Gitmem bir daha.
Ama TİRAMİSU şaheserdi.
O şaheser TİRAMİSU'nun yanında neredeyse bayat denecek tatta bademli tart adında bademli kek gelince kermo şef ile konuşmak istediğini söyledi.
Caprili şefle böyle tanışmış olduk ve İtalyancamız olmadığı için neredeyse özür dileyecektik :)
Son olarak dün Batı Ataşehir'de Özgür Şef'te bir büyük baş hayvanın 1/4'ü kadar et yedim.
Ne olur Dukan ve Canan haklı olsun bu kadar et kilo aldırmıyor olsun.
Özgür kendi karşılıyor müşterileri ve sık sık masaları ziyaret ediyor.
Üstünüzün başınızın nerdeyse donunuza kadar et kokması dışında bence çılgınca lezzetliyidi.
Sadece ET var. Gunaydın STEAK tarzında biryer ama Özgür ve ekibi çok sempatik.
Tanrımmmm yine bu hafta ne çok yemişim beeeennnnnnn..
Patlim e mi ?